Professional Documents
Culture Documents
Hz. MUHAMMED
MEKKE'DE
W. MONTGOMERY WATT
ÇEVİRENLER
Doç. Dr. M. Rami AYAS Doç. Dr. Azmi YÜKSEL
ANKARA
1986
ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO ; 175
Hz. MUHAMMED
MEKKE'DE
W. MONTGOMERY WATT
ÇEVIRENLER
Doç. Dr. M. Rami AYAS Doç. Dr. Azmi YÜKSEL
ANKARA
1986
ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEVI-ANKARA-1986
ÖNSÖZ
BİBLİYOGRAFYA VII
GIRIŞ
1. Yaklaşım 1
2. Kaynaklar Üzerine Birkaç Söz 2
I. ARABİSTAN ÇEVRESI
1. Iktisadi Temel 8
2. Mekke'de Siyaset 11
3. Toplumsal ve Ahlâki Çevre 23
4. Dini ve Zihni Ortam 29
II. HZ. MUHAMMED'İN HAYATININ İLK DÖNEMI.
VE PEYGAMBERLİK ÇAĞIRISI
1. Hz. Muhammed'in Atalar ı 36
2. Hz. Muhammed'in Do ğumu ve İlk Yılları 39
3. Hz. Muhammed'in Hz. Hatice İle Evlenmesi 45
4. Bir Peygamber Olma ğa Çağın 47
5. Hz. Muhammed'in Peygamberlik Bilincinin Şekli 59
6. Mekke Döneminin Tarihi Ak ışı 65
III. İLK BILDIRME
1. Kuran'ı Tarihlendirme 67
2. İlk Ayetlerin Muhtevalar ı 69
3. Tebliğin O günkü Durumla Ilgisi 80
4. Daha Ba şka Düşünceler 87
IV. İLK MÜSLÜMANLAR
1. İlk Müslüman Olanlar Hakkında Geleneksel Anlatımlar 93
2. İlk Müslümanların Incelenmesi 95
3. Hz. Muhammed'in Tebli ğinin Çekiciliği 103
VI
V MUHALEFETIN BÜYÜMES İ
1. Muhalefetin Başlangıcı ; ' Şeytani Ayetler' 107
2. Habeşistan Olayı 117
3. Muhalefetin Manevraları 124
4. Kur'n'ın Tanıklığı 131
5. Muhalefetin Önderleri ve Saikleri 141
VI. GENIŞLEYEN UFUKLAR
1. Hz. Muhammed'in Durumunun Kötüye Gitmesi 145
2. Taif'i Ziyaret 146
3. Göçebe Kabilelere Ba şvurmalar 147
4. Medine ile Görüşmeler 149
5. Hicret 157
6. Mekke Başarısı 160
EK BILGILER
A. Habeşlıler 163
B. Arap Tektanrıcılığı ve Yahudi-Hıristiyan Etkileri . 167
C. Hanifler 170
D. Tezekka, vs. 172
E. Mekkeli Müslümanlar ve Putatap ıcılar Listesi 177
F. Urve'den Rivayetler 189
G. Habeşistan'a Göç; Çe şitli Listeler 192
H. Göçedenlerin Habe şistan'dan Dönü şü 194
DİZİN 197
B İ BL İ YOGRAFYA
E = erken Medeni
E = Medeni
F = Bedr'le ilgili
G = Uhud'la ilgili
H = Hudeybiye'ye kadar
I = Hudeybiye'den sonra
— = gözden geçirildi.
Sale ve Wherry = E.M. Wherry, A Comprehensive Commentary
on the Qurön: Comprising Sale's Translation and Prelirninary
Discourse with Additional Notes and Emendations (4 cilt), Bos-
ton, 1882-6.
Tab (ya da Tab. Ann.) = at-Tabari, Ta'rIkh ar-Rusul wa'l-Mulök
(' Annales'), ed. M. de Goeje (15 cilt), Leyden, 1879-1901. Bütün
sayfa numaralar ı Prima Series'a göredir; bunun üçüncü cildi
Hz. Muhammed'in hayat ını H. 8'e kadar almaktad ır (s. 1073-
1686).
Torrey, Jewish Foundation C.C. Torrey, The Jewish Foundation
of Islam, New York, 1933.
Wellhausen, Reste = J. Wellhausen, Reste Arabischen Heidentums,
2. baskı, Berlin, 1897.
WK - Kitöb al-Maghözi, ed. von Kremer, Calcutta, 1856.
Wüst. (ya da Wüstenfeld), Mekka = F. Wüstenfeld, Die Chroniken
der Stadt Mekka (Alman Searbeitung' ile birlikte metinlerin
kolleksiyonu) (4 cilt), Leipzig, 1858-61.
WW - Ki/4, al-Maghazi, ter. J. Wellhausen (Muhammed
in Medina; das ist Vakidi's Kitab alMaghazi in verkürzter
deutscher Wiedergabe), Berlin, 1882.
ZDMG - Zeitschrift der Deutschen Morgenkindischen Gesellschaft.
Diğer eserlerle ilgili ayr ıntı çoğunlukla ilk anılışlarında verilmi ş-
tir.
G İ R İŞ
1. Yaklaşım
Bu kitap en azından üç sınıf okuyucuyu ilgilendirmektedir. Ko-
nuyla tarihçi olarak ilgilenenler, do ğrudan doğruya Müslüman ya da
Hristiyan olarak konuya yakla şanlar. Bununla birlikte, her şeyden
önce tarihçiler için yazılmıştır. Islam ve Hristiyanlık arasındaki teolo-
jik meselelerde tarafs ız kalmak için çaba gösterilmi ştir. Sözgelişi,
Kur'an' ın, Allah'ın sözü olup olmadığı na karar vermekten kaç ınmak
için, K ur'an'a at ıf yaparken, "Allah buyuruyor" ve "Muhammed
buyuruyor" sözlerini kullanmaktan sak ındım ve yalnızca "Kur'an
buyuruyor" dedim. Bununla birlikte, tarihte tarafs ız olmakta mad-
deci görüşün kesin olarak benimsenmes ıni kabul etmiyorum. Tek
Tanrıya inanmış biri olarak yazıyorum.
Tabii, bu akademik yaklaşım, bir bakıma noksandır. Hristiyan-
lık Islamla temasta olduğu sürece, Hristiyanlar Hazreti Muhammed'e
karşı bir tavır takınmalıdırlar ve bu tavı r teolojik esaslara dayand ı-
rılmalıdır. Itiraf etmeliyim ki, kitabım bu bakımdan noksandır; fa-
kat şunu da ileri sürebilirim ki, o, Hristiyanlara, teolojik hükümlere
vanrken gözönünde tutulmas ı gereken tarihi belgeleri sunmaktad ır.
Müslüman okuyuculanma da buna yak ın bir şey söylemek iste-
rim. Batının tarihi bilim anlayışı ölçülerine sadık kalırken, Islam'ın
temel inançlarının hiçbirini redde götürecek hiçbir şey söylememeye
çaba gösterdim. Batı bilim anlayışı ile İslam inanış' arasında köprü
kurulamayacak hiçbir aral ık olmamalıdır; eğer Batı bilim adamları-
nın vardıkları bazı sonuçlar Müslümanlarca kabul edilemezse, bu,
bilim adamlarının kendi bilim anlayışı ilkelerine sadık olmayışlar ın-
dan ileri gelebilir ve yalnızca tarihi bakış açısından bile olsa, vardık-
ları sonuçların yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Öte yandan, İslam
inancının, esaslarda hiçbir de ğişiklik yapmaksızın, yeniden bir ifa-
deye kavuşturulması belki de doğru olacaktır.
Özellikle tarihçi kafaya sahip İslam araştırmacılarınca bir süre-
den beri Hz. Muhammed'in hayatının yeniden yazılmasına ihtiyaç
2 GIRIŞ
yatı);
2. Taberi (ö: 922 / 310) Tarihinin Hz. Peygamberin hayat ı ile
ilgili bölümü (1. dizi, 2-4. ciltler);
3. Wüludi (ö: 822 / 207), el Megdzi (Hz. Muhammed'in gazve-
-
kından ilgilenen Araplar ın atalarının altı, sekiz veya on göbe ğini bil-
diklerini farzetmek tuhaf m ı olur? John Van Ess, atalarının onbeş
göbeğini bilen bir çocu ğa rastlamıştır5 . Bundan ba şka İbn Sa`d soy-
bilimi meselelerinde dikkatli bir ara ştırmacı ve çeki şmeli noktaların
güçlüklerinin de fark ında olduğu izlenimini vermektedir; dolay ısıyla
o Mekke'de yakla şık olarak Kusay zaman ına kadar giden şecerelerin-
de güven vericidir. Şüphesiz, daha önceki soybilimiyle ilgili ve tarihi
belgeler daha dikkatle ele al ınmalıdır. Medine'de de, ana soyu şece-
resi kalıntılarından ötürü özel güçlükler vard ır.
Burada tasvir edilen i şlem, geleneksel tarihi belgelerle Kur'an' ın
ili şkisi üzerine yeni bir görü şü içine alır. Kur'an-1 Kerinfin Mekke
dönemi için temel kaynak oldu ğunu ileri sürmek bir süreden beri
moda olmuştur. Ş üphesiz Kur'an bir anlamda ça ğdaştır; fakat çe şitli
bölümlerinin tarihi s ıralamalarını belirlemenin güçlü ğü ve bu konuda
varılan sonuçların çoğunun kesin olmaması bir yana, Kur'an, k ısmi
ve eksik bir kaynaktır. O, Mekke döneminde Hz. Muhammed ve
Müslümanların yaşayışı hakkında tam bir görünüme yakın hiçbir
şey vermemektedir. Gerçekte, Bat ılı biografi yazarlar ının yaptığı
şey, Stre'de verilen Mekke dönemi görünümünün ana hatlar ını doğru
saymak ve bunu, mümkün olan bütün Kur'an verilerinin uygun dü-
şeceği bir çerçeve olarak kullanmakt ır. Daha sağlıklı bir yöntem,
Kur'anı ve ilk geleneksel anlatımları, dönemin tarihini olu şturacak
temel katk ılarıyla biribirini tamamlay ıcı kaynaklar olarak görmek
olmalıdır. Esas itibariyle Kur'an, Mekke ve çevresinde olmakta olan
bir büyük deği şiklikler karmaşasının ideolojik görünüşünü sunmak-
tadır; fakat, e ğer biz bir tutarl ı görünüm elde etmek ve gerçekten
ideolojik görünüş ün kendisini iyice anlamak istiyorsak ; iktisadi, top-
lumsal ve siyasi durumlar ı da gözönünde tutmak gerekir.
Bu, teoride devrimci ya da gerici gözükebilir; ancak, İslam ön-
cesi dönem dışında, onun uygulamada şaşırtı cı bir değişiklik göster-
mediği görülecektir. Ş üphesiz, zaman zaman benim, pratikte Sün-
nete, teoride daha fazla şüpheci olanlardan daha az dayanmakta ol-
duğum görülebilir. özellikle, apaç ık davranışlar ve iddia edilen saik-
leri (motives) birbirinden ay ırma ilkesi ile, saikler hakk ındaki ifade-
leri, davranışların bağımsız incelenmesinin sonuçları ile uyum içinde
olması dışında, kabul etmeme ilkesi, Sünnetle ilgili rivayetlerin bir-
çok ayrıntılarını reddetmeye götürür. Sözgeli şi, Habeşistan'a hicret
olayında olduğu gibi.
5 Meet the Arab, London, 1947, s. 77.
GIRIŞ 7
1. iktisadi Temel
Herhangi bir Batılı için Arabistan'la ilgili ilk ça ğrışım, çöller
ve bedevidir; çöl yaşayışının iktisadi da faydal ı bir başlangıç nokta-
sıdır. Hz. Muhammed'in tektanrıcılığının7 gelişmesinde çölün hiçbir
yaratıcı rol oynamadığı doğrudur. Buna ra ğmen, topyekem İslam ola-
yında çölün önemli bir rolü vardır. Mekke ve Medine, göçebelerle
yakın bir iktisadi ilişkide ve atalar ının çöl kökenli alışkanlıklarını
korumakta olan göçebelerin soyundan gelenlerle meskiin bir çöl ya da
daha doğrusu, bozkır denizinde adalardı. Böylece, çöl üzerinde biraz
durmak gerekir.
Göçebe ya şayışı büyükbaş hayvan, özellikle deve yeti ştirmeye
dayanıyor. Arap bozkırları nda birkaç farklı toprak türü vard ır ki,
biz bunların yalnızca ikisinden söz etmekle yetinece ğiz. İlkin, yazın
susuz ve kumsal olmasına rağmen, kışın yağmurlardan sonra -Arab ın
rabic diye adlandırdığı mevsim- bilhassa çukur yerleri develer için bir
6 Krş. Nöldeke Islam'da, v. 206, n. I.
7 Krş. H.A.R. Gibb, Mohammedanism, London, 1949, s. I.
İKTİSADİ TEMEL 9
cennet olan tatl ı yeşil bitkilerle örtülü alanlar. Sonra, ekseriya güzel
kokulu olup, uzun süre yaşayan ağaçlar ve çalıların hayatlarını sür-
2 dürebildikleri bölgeler. Bu iki türlü arazi göçebe ya şayış gerekliliğini
açıklamaktadır. Yağmur yağar yağmaz (bir dereceye kadar düzensiz
olsa da) birinci türdeki arazi develer için en iyi otlak olur; fakat yaz ın
gelmesiyle bu otlak kuruyup kaybolunca, bedeviler (göçebeler) ikinci
türdeki araziye geri çekilmek zorundad ır. Birinci tür arazide bedevi
(göçebe) yiyecek için oldu ğu kadar içecek bakı mından da deveye
muhtaçt ır; ikincisinde, insanlar için kullan ılmaktan daha çok, deve-
leri suvarmaya yarayan kuyular vard ır. Her iki halde de, vahalardan
elde etti ği hurmalar yanında, göçebenin (bedevi) temel besin maddesi
süttür. Bedevi eti çok seyrek yer. Hububat zengin ve ünlü ki şiler için
saklanan bir lükstür.
Bedevi bir dereceye kadar meskün yerlere muhtaçt ır. Bir vahaya
ya da bir kervana sald ırı da olsa, soygun, onun gözünde hiç de suç
değildir. Bedevi, e şkiyalığı ilgilendiren çatışmada genellikle daha iyi
dövüşçü olduğu için, ziraatçılar ve tüccarlar çiftlik ve sürülerinin ko-
runması ve kervanlann yol güvenli ğinin sağlanması için çoğu zaman
bir çöl kabilesine para ödemeye haz ırdılar. Birçok bedeviler için bu
türlü ücretler devaml ı bir gelir kayna ğı idi. Böylece, bedeviler Tar ım
medeniyetinin bazı ürünlerinden yararlanabilmekteydiler.
Bizim ilgilendiğiıniz bölgede, vâhalarda ve da ğlardaki bazı elve-
rişli yerlerde tar ımla uğraşılmaktaydı. Taif'te olduğu gibi, dağlarda
tahı l önemli olmas ına rağmen, vahalar ın en önemli ürünü hurma idi.
Daha sonra Medine diye bilinen Yesrib, Hz. Muhammed'in zama-
nında geniş ve bayındır bir valla idi. Hayber gibi birkaç Yahudi tar ım
kolonisi vardı. Öte yandan, Mekke'de hiçbir tar ım mümkün değildi
ki, bu da, akıldan çıkarılmaması gereken önemli bir gerçektir. Şimdi-
ki konumuz içine girmese de, talihli Arabistan olan Yemen, (hat ır-
lamaya değer ki) eski çağlardan beri suu'i sulaman ın yapıldığı verim-
li bir tarım ülkesi idi. Burasının, Samilerin anayurdu veya en az ından
onların "beşiği" ve "ilk müstakil geli şme yeri" oldu ğu sanılmakta=
dır8 . Bereketli güneyle ilgili hâtıralar, İslam öncesi ça ğların gelenek-
sel Arap hikâyelerinde bol bol yer almaktad ır. Şüphesiz bu ba ğlantı
Hz. Muhammed'in günündeki Arap kültürüne katk ıda bulunmuş-
tur; fakat böylesi bir etkinin ara ştı rılması henüz herhangi bir kand ı-
rıcı sonuç vermemi ştir.
2. Mekke'de Siyaset
Mekke'nin ticari topluluğunda sürekli bir iktidar mücadelesi
vardı. Bu, Mekke'de, Mekke kervanlar ının kendileriyle temasa gel-
dikleri Arap kabileleri ve mallar ını pazarlar ına götürdükleri büyük
güçler ile ilişki halinde olan politik kümeleşmeleri doğurdu. Bu me-
selelerin bazıları son derecede karma şıktır, fakat Hz. Muhammed'in
başlangıçtan beri, bir bak ıma devlet adam ı olmasından ötürü, en az ın-
dan önemli noktaları dikkate almak gerekir.
5 b. Kinâne ile yak ın ilişiği olan Huzae'nin eline geçti. Gerçi, İcaze'-
nin Benu Sfıfe elinde kalması gibi, kutsal nitelikte olabilecek birtak ım
imtiyazlar eski ailelerin ellerinde kaldı. Huzâe ve müttefikleri, ikti-
darı, gücünü kısmen Kinâne ve Kud ıra'nın bazı üyeleriyle antla şma-
dan, kısmen de, o zamana kadar da ğınık ve etkisiz olan Kurey ş'in
birtakım kümelerini biraraya getirmekten alan Kusay'a b ırakmak
zorunda kaldılar. Kusay'ı belki de, sadece kutsal yer çevresinde ça-
dırlar kurup oturmaktan farkl ı biçimde, Mekke şehrinin kurucusu
olarak kabul etmek gerekir 12.
Kureyş el-Bitah (Ka`be'nin hemen çevresine yerle şenler) ile Ku-
reyş ez-Zevahir (d ış mahallelerde oturanlar) ayr ımı Kusay'a atfedile-
bilir. Şüphesiz bu ayrım vardı ve bu ayrımın şehrin asıl kuruluşunda
mahalleleri belirleyen ki şiden ileri geldi ğini kabul etmek tabildir. Ku-
say'ın ve onun büyük-büyük babası Ka`b'ın soyundan gelenlerin hepsi
Kureyş el-Bitah içinde yer al ır. El-MestVdi'ninn iki listesine dayanan
ayrıntılar, 7. sayfadaki tabloda verilmi ştir.
Kureyş el-Bitah içinde daha fazla bölün ınelerin olduğunu öğren-
mekteyiz. Kusay'ın yerini ilkin `Abd ed-Dâr ald ı, ancak, zamanla, onun
torununun torununun önderlik etti ği ailesine, `Abd Menar ın oğlu
`Abd Şems'ce temsil edilen (Abd Menâf ailesi meydan okudu. Mekke
iki düşman kesime ayrıldı. `Abd ed-Dâr, Mahzum, Sehm, Cumah ve
`Adi'den yardım alırken; `Abd Menaf da Esed, Zuhre, Teym, el-Haris
b. Fihr tarafından desteklendi. Bu iki topluluk sırayla Ahlâf ve Mu-
tayyebun (antla şmalar ve güzel kokular) diye bilinir. Kümele şmenin
sıkı sıkıya aile şecerelerini izlemediğini görmek ilgi çekicidir. Kusay'-
ın ailesi bölünmüştür, (Abd Menâf ile `Abd el-(Uzza (: Esed) `Abd ed-
Dar'a karşıdır; aynı şekilde, Murra'nın geri kalanı da Mahztım'a
karşıdır. (Bu, şecerelerin sonraki olaylarla aklile ştirildiği görüşüne
karşı bir delildir). Kavga neredeyse sava şa dönüyordu ki uzla şmaya
varıldı ; buna göre, `Abd ed-Dar genellikle önemli olmayan birtak ım
imtiyazları kendinde tutmaktayd ı, asıl iktidar ise `Abd Menara veril-
mişti. Her iki taraf anla şmadan neler kazanıp anlaşmazlıktan neler
kaybettiklerini anladılar.
6 Hılf başka deyişle erdemliler birli ği, Caetani'nin an-
ladığı gibi", haksızlığa karşı genel bir birle şme değil, Mutayyebun'un
12IH, 73-80, vs.
13 Murüj adh-Dhahab, iii. 119 vd.; iv. 121 vd.; kr ş. Ibn Zuhayrah ap. Wüstenfeld,
Mekka, ii. 339 vd.
14 Annali, i. 164-6.
MEKKE'DE SIYASET 13
daha sonraki bir geli şmesi gibi gözüküyor. el-Mesudi", onun Sehm
oğullarından el-<As b. Vairden bir Yemenli'nin alaca ğını kurtarması
için yapılan bir yardım teşebbüsünden kaynakland ığını söyler. Katı-
lanlar Haşim, el-Muttalib, Esed, Zuhra, Teym ve belki el-Haris b.
Fihr" oymaklarıydı ; yani, Benu (Abd Şems ve Benu Nevfel dışın-
daki el-Mutayyebun. Nevfel ile Ha şim oğlu Abd el-Muttalib ara-
sında bir kavga olmuştu; bu kavgada el-Muttalib de ikincisini des-
teklemişti". Böylece `Abd Şems ve Nevfel antlaşmasız da yapabi-
lecekleri için yeterince güç kazanm ış olabilirler, diğer taraftan
Haşim ve el-Muttalib daha zay ıf olduklarından ötürü antla şma des-
teğinden memnun olurlardı. İbn İshak'ın daha sonraları Hılf el-
Fudikra yapılan bir başvuruya dair anlattığı rivayet bu yorumu do ğ-
rulamaktadır. Muaviye'nin hilafeti s ırası nda yeğeni Medine valisi
Velid ile Hz. Ali'nin o ğlu Hz. Hüseyin arasında bir mülk anlaşmazlı-
ğı olmuş ve bunu Velid kendi lehine halletmi şti. Hz. Hüseyin iti-
raz etti ve H ılf el-Fudfıra başvurduğunu söyledi. Abdullah b. ez-
Zübeyr, el-Misvar ve Abdurrahman b. Osman'dan yard ım teklifleri
aldı. Eski bir birliğin -adı geçen kimseler s ırasıyla Haşim, Esed, Zuhra
ve Teym'dendir- yenilenmesi tehdidiyle kar şılaşan Velid, hakkı tes-
lim etti. Daha sonralar ı, (Benu Umeyye veya Abd Şems'den) halife
Abdulmelik ile Benu Nevfel'den birisi aras ında geçen bir konu şma;
eğer gerçekten üye olmu şlarsa bile, erken bir tarihte bu oymaklar ın
birliği terkettiklerine delalet etmektedir".
Hz. Muhammed'in peygamberlik görevi öncesinde siyasi küme-
leşmede daha fazla de ğişiklikler olmuş gibi gözüküyor; ancak, en
azından daha sonraki dönemler için, bu de ğişikliklerin, İslam'ın
etkisinden ve onun sonuçlarından ne kadar ba ğımsız olduğunu söyle-
mek güçtür. Benim görü şüm, aşağıda görüldüğü gibi olduğudur:
Zuhra Kusayy
I
Abd (Kusayy) Abd ed-Dar Abd Menaf Abd el-Uzza
Esed
Abd Şems Nevfel Haşim el-Muttalib
Abd el-Muttalib el-Haris
Umeyye Rabia Abdullah
Muhammed
da, hatta eski Yunan ve Roma'da anla şıldığı gibi şehir yönetimiyle
pek ilgili değildi. Bu hizmetler daha çok, bir k ısmı en azından para
kazanma ftrsatlar ı sağlayan imtiyazlarch; Sikye ile ilgili olarak ha-
cıların Zemzem kuyusu'nu kullanmaları karşıhğında ödedikleri bir üc-
ret vard123 . Gene, hacılardan ve tüccarlardan türlü türlü vergiler al ın-
dığını öğrenmekteyiz; ancak bunlar ın nasıl toplandığı açıkça belir-
tilmiyor.
Mekke'deki i şlerde ki şinin etkisi, kendi oymağı ve kişisel nite-
likleri gibi iki şeye dayanıyordu. Bir oymağın gücü, bu türlü ticari
bir toplulukta zenginli ğin büyük ölçüde değişken olmasına, kişinin ve
oymağın günlük işlerinin başarı ve kapsamına göre değişmesine rağ-
men, zenginliğiyle doğru orantılıydı. Miras kalan zenginlik ve i ş iliş-
kileri kişiye bir başlangıç verebilirdi, fakat sonunda ki şinin etkisi,
başlıca onun ticari ve mali kurnazl ık, diğer oymaklar, kabileler ve
büyük güçlerin temsilcileriyle ilgili münasebetlerdeki ustal ığı, oymak-
ta kendine denk kimseleri elde etmesi ve daha geni ş çevrelerde onların
kendisine uymalarını sağlaması gibi kişisel niteliklerine dayanmak-
taydı. Hz. Muhammed'in gençlik yıllarında, Ebu Sufyan'ın Mekke
siyasetini elinde tutmas ı, onun etkili herhangi bir görevi olmasından
değil, fakat oymağı Abd Şems veya Umeyye'nin zenginlik ve öne-
minden ve kendisinin bu türlü kabiliyetlere sahip olmas ından ötürüy-
dü. O yıllarda önde gelen ba şka bir oymak da Mahzum'du. Ve onun
el-Velid b. el-Mugire ve Ebu Cehl gibi seçkin üyeleri de şehir işlerin-
de ileri gelen ki şilerdi.
Ebu Süfyan' ın Mekke'deki mevkii ile Perikles'in Atina'daki mev-
kiini karşılaştırmak ilgi çekici olurdu. Arap demokrasisi, Atina'da-
kinden daha az eşitlikçiydi. Herhangi bir Mekke oyma ğının her üyesi
bir kişi kabul edilip, hiç kimse birden fazla say ılmazdı ; ama, her na-
sılsa, Araplar senato toplantılarına katılacak seçkin oymak üyelerinin
kimler olacağına karar vermede bir yol bulmu şlar. Mekke mele'i,
Atina'nın ekklesia's ından daha bilgece ve daha sorumlu bir meclisdi.
Dolayısıyla onun kararları en kötüy ü daha iyi gayeymi ş gibi göste-
rebilen aldatıcı güzel konuşmalar üzerine de ğil, çoğu zaman kişilerin
gerçek liyakatlar ı ve siyasetleri üzerine kurulmu ştu. Öte yandan,
Atinalılar elden geldiğince, ahlak ilkelerini tamyıp ve kişiyi öncelikle
10 do ğru ve dürüst olduğu için tasvip ederken, Mekkeliler, ki şinin pratik
becerisi olması ve yeterli bir kılavuz olmasında daha fazla titizlik gös-
teriyorlard ı.
23. Lammens, Mecque, 65.
MEKKE'DE SIYASET 17
d) Mekke'nin DI Ş Siyaseti
Mekke iki büyük gücün, Bizans ve İran İmparatorluklarının ve
daha zayıf bir gücün, Habe şistan veya Etyopya'n ın ilgi alanlydı. Baş-
lıca ticari sebepler bu imparatorluklar ın dikkatini Arabistan'a çeki-
yordu. Bizans her türlü lüks maddelerinj do ğudan talep ediyordu; fa-
kat İran, neredeyse bütün ticaret yollar ı -hem Çin'den ve Hindistan'-
dan gelen karayollar ı (Hazar Denizi'nin kuzeyindeki d ışında) hem de
Basra Körfezi yoluyla Hindistan ve Seylan'dan gelen deniz yollar ı-
üzerine oturmuştu ve savaşın ticareti aksatmas ı bir yana, barış za-
12 manında ipek ve baharatlar ı için Bizans'a yüksek ücretler ödetiyordu.
24 Ekbilgi A, bölümler A, D, H.
25 IH, 117.
26 Lammens, Mecque, 81 / 177.
MEKKE'DE SIYASET 19
meleri anlamına gelir. Görünü şe göre sava şta ba şarılı oldukları için
herhalde amaçlarına da ula ştılar.
15 Bu durumda, yukar ıda sözü geçen Fudul Antla şması (ittifakı)
yeni bir önem kazanmaktad ır. Gösterilen sebep, yani bir sehminin
Yemenli bir tüccardan ald ığı malların parasını ödemeyi reddetmesi
ve bu olayın geni ş tepkileri, siyasette önemli yeni bir eğilimin belir-
miş olduğunu gösteriyor. Bu, kısaca, daha zengin oymaklar ın, Ye-
menlileri güney ticaretinin d ışında bırakıp onu tamam ıyla kendi el-
lerinde tutmak için yaptı kları bir girişimin son noktasıydı. Dolayı-
sıyla Haşimoğulları ve antlaşmayı oluşturan öteki oymakların tepkisi
tabii görülebilir. Bu oymaklar kervanlar ını Yemen'e gönderecek
kadar ekonomik yönden güçlü de ğillerdi; ancak —tahmin edebiliriz ki—
Yemenli tacirlerle yap ılan alış-veri şlerinden birşeyler kazanmaktay-
dılar. Eğer Yemen'e giden kervanlar Abd Şems ve Mahzum gibi oy-
maklarca tamamiyle kontrol alt ında tutulsaydı, o zaman, küçük oy-
maklar, ticaretlerinin oldukça büyük bir k ısmını kaybedecek ve belki
de kuzeye, Suriye'ye ta şıyacakları malları da olmayacaktı. Aksi tak-
tirde, onlar daha zengin tüccarlar ın ileri sürdüğü şartlar altında ker-
vanlara katılmaya kabul edilecekler ve bu da onlara yok denecek
kadar az bir kazanç sa ğlayacaktı.
Lammens'in aç ıkladığı üzere, Osman b. el-Huveyris olayı, Mek-
ke'nin tarafsızlık siyasetini tasvir etmeye yard ım ediyor36. Osman,
Bizanshlar veya onların temsilcileriyle görü şmeler yaptı ve bir yardım
va'di aldı. Kaynaklar, her nekadar Osman' ın Mekke Kralı olmak is-
tediğini söylüyorlarsa da, şüphesiz, Bizanslıların zihninde Gassani
Prensliğine benzer bir şey vardı. Bu, İran'ın güneyi almas ına karşı
Bizans tepkisinin bir kısmıydı. Osman, şüphesiz, Lammens'in işaret
ettiği gibi, tabii ki böyle bir arzuyu açıkça söyleyemezdi; o, Bizans' ın,
kendilerine birtak ım armağanlar sunulmadıkça sınırları kapataca-
ğını ve kendisini de bu arma ğanları toplamak üzere görevlendirdi ğini
söyleyecekti. Bununla birlikte, Lammens'in, Osman' ın Umeyye ve
Mahzum'un ileri gelenlerini kendi plan ı lehine kazandığı ifadesi, on-
ların buna karşı olduklarının zikredilmemesi keyfiyetine dayanan bir
kişisel varsayım gibi gözüküyor. Açıktır ki, Osman'ın planım suya
düşüren beklenmedik davranış, kendi oyma ğı Esed'den el-Esved b.
el-Muttalib Ebu Zem`a'nın, onun krallık isteğini açığa vurmasıydı.
Zengin sermaye sahipleri bu plan uyarınca Osman' ın özel bir ehem
miyeti olan mevkiyi elde etmesine tabii olarak kar şı olacaklardı ; fa-
36 Mecque, 270-9 / 366-75.
MEKKE'DE SIYASET 23
18 çeğinin bilinci de vardı. Bu birlik, ortak bir dil (lehce farklar ına rağ-
men), ortak bir şiir geleneği, bazı ortak görenek ve dü şünceler ve bir
ortak soya dayanmaktayd ı. Grekler ve barbaroi arasında olduğu
gibi 'Arab ve 'Acem, yani Araplar ve yabanc ılar ayrımının asıl temeli
belki de dildir. Suriye ve Arap çölleri bu birli ğin coğrafi temeliydi ve
aslında 'Arab' kelimesi, ço ğu zaman göçebeler (bedevi) anlamına gelir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, ortak soy iki atar ım birisinden ya
Adnan ya da Kahtan'dan gelmekteydi; fakat bu iki topluluk da biri-
birine kar ışmıştı. Bazı Batılı bilginlerin (belki de a şırı şüphecilikle)
ileri sürdükleri gibi, ortak soy uydurma da olsa, bu inanc ın varlığı
bile bir türlü birliğin tanındığını gösterir. Bu, Arapların bir tek halk
olarak, dolayısıyla diğer halklardan farkl ılıkları (ve onlardan üstün-
lüğü) anlayışı, Hz. Muhammed'in Medine döneminde çok önem
kazandı ; çünkü O, İslam'dan önceki ça ğların hiçbir büyük önderi-
nin erişemedi ği, Araplar aras ındaki büyük siyasi birliği gördü.
Yukarıda ana hatlarıyla belirtilen kabile dayan ışması ilkeleri,
genel olarak Mekke şehir topluluğuna uygulandı. Ne var ki, Hz.
Muhammed'in zaman ına değin, etkili birim, bir bütün olarak Kurey ş
değil, ayrı ayrı oymaklardı. Kişinin kendisinin ve malnun güvenliği,
hâlâ kendi oyma ğımn hırsızlık ve katlin öcünü almaya hazır olmasına
bağlıydı. Oymak başının izni olmadan bir adama dokunmak dü şmanlığa
yol açabilirdi; aynı şey Hz. Muhammed'in kald ığı ilk birkaç yıl süre-
sinde Medine için de do ğrudur. Bu yüzden, Hz. Muhammed, muhale-
fete rağmen, Benu Hâşim'in kendisini korumaya haz ır oldukları sürece
Mekke'de İslam'a çağrı ya devam etti. Mekke'de ya şamak isteyen bir
kabilenin üyesi -ki bu durumda olanlar çoktu- Kurey ş'ten ileri gelen
bir kişinin veya önemli bir ailenin halifi yani antla şmalısı olmak
zorunda kalırdı. Kureyş'in üstünlük duygusu gözönünde tutulursa, bu
bir türlü aşağılık duygusunu gösterir.
Bununla birlikte kabile dayan ışması, hiç de mutlak değildi. Ka-
bile üyeleri robot olmay ıp, fakat, insanlar bencilli ğe -ki Lammens
buna ferdiyetçilik diyor- 4° mütemayil olduklar ı için, bazan kendi
çıkarlarını kabile çıkarları üzerinde tutarlarsa bu da tabii olur.
Böylece her zaman birtak ım 'bayağı' kimseler vardı ki, bunlar, kabi-
leye neye malolacağını düşünmeksizin ba şları nı belaya sokmaktay-
19 d ılar. Dolayısıyla kabileleri de kendilerine sahip ç ı kmazdı. Böyle bir
kimse hali` diye tannurdı
vardır. Kaygılar ortasında bir dereceye kadar kayg ısız olmak daha
akıllıca bir davranıştır, bu yüzden ona şüphesiz çok imrenilirdi.
Sadakat ve do ğruluk da önemli erdemlerdi. Ideal olarak ki şi, ka-
bileden biri yardım istediği zaman, yardıma koşmaya hazır olmalı ;
olayı incelemeye koyulmaks ızın hemen harekete geçmelidir. Ayn ı
şekilde, ki şi kabile ileri gelenlerinin dü şüncelerine kat ılmasa bile
kabile ile birlikte hareket etmelidir. Gene, her nekadar ki şiler başka
kabilelerin mallarını ellerinden almada vicdan azab ı duymazlarsa da,
genellikle emanete sadakat gösterirlerdi. En me şhur örneklerden birisi,
as-Samav'al b. Adiye'dir ki, o ğlunun, İmr al-Kays'in kendisine ema-
net etti ği silahları etrafını saranlara teslim etmektense, öldürülmesine
göz yummuştur. Bu, belki, ki şinin, bir anlaşma neticesi, sözde yapma-
cık bir dayanışma halinde olduğu kimselere kar şı kabile içinde bek-
lenen sadakatin bir uzant ısı gibi görülebilir.
Kabilelerin kendi ba şlarına buyruk olmalar ından ötürü, çölde,
herkesin boyun eğeceği bir hukuk mevcut değildi. Oldukça güçlü ve
akıllı bir idarecinin bulundu ğu veya idarecinin silah ve donat ımda
(tüfek ve deveye kar şı uçak ve motorlu sava ş araçları gibi) tama-
miyle üstünlüğe sahip olduğu yerler hariç, uçsuz bucaks ız Arabis-
tan ve Suriye bozk ırlarında düzen ve güvenli ği sağlamak gerçek-
ten imkânsızdır. Araplar aras ında ne İslam'dan önce ne de sonra so-
yut bir hukuk kavramı gelişti; eski Yunanın etkileri bile İslam ilahi-
yatına bunu sokamad ı. Müslümanlar, üstün bir dünya hukuku yeri-
ne, evreni yöneten Tanr ı'nın, vahyedilmiş buyruklarında ifadesini
bulan iradesini düş ünürler. Hukukun ve do ğru ve yanlışın soyut
düşüncesinin yerini önce kabilenin ondan sonra da ki şinin şerefi
olmak üzere, bir dereceye kadar şeref kavramı almaktadır; konukse-
ver ve güvenilir olma, ki şinin şerefliliğinin, cimrilik ve korkaklık ise
şerefsizli ğinin belirtileriydi. Şerefi muhafaza ve tescil eden kamuoyu
idi. Hatta, şairlerin tasvir edip yans ıttıkları gibi, bunun belli bir gücü
vardı ve sorumlu kimseler kendilerini veya kabilelerini itibardan
22 düşürecek hareketlerden kaçm ırlardı. Eski şiirlerin büyük bir k ısmı,
kişinin kendi kabilesinin saygınlık ve erdemlerinin övgüsü, öteki ka-
bilelerin de kusur ve ay ıplarının yergisiyle doludur.
Muruvva ülküsü, Araplar aras ında önemli bir rol oynard ı. Onlar,
bir dereceye kadar bunu gerçekle ştirenlere ve buna ula şmayı amaç
edinen ailelere sayg ı duyarlardı. Otorite, büyük ölçüde ki şiye göste-
rilen saygıya dayanıyordu ve bu da, onun şahsi nitelikleri ve yiğitlik
derecesine bağlıydı. Açık sebeplerle Araplar arasmda büyük o ğlun,
TOPLUMSAL VE AHLAKI ÇEVRE 29
babanın yerine geçmesiyle ilgili hiçbir kural yoktu; bir reisin en büyük
oğlu, babasmın ölümü sırasında henüz tecrübesiz ise (ki, s ık sık vaki
olduğu üzere), kabile böyle bir kimseyi reis yap ıp kendi varlığını teh-
likeye sokamazdı. Reisin hikmet ve sağlam hüküm sahibi olması ge-
rekirdi ki, böylece o ço ğu zaman ileri gelen ailenin en sayg ıya değer
erkeğiydi. Bu konuda, ahlak yüceli ği ve onun yeri hakkındaki görüş
birliğine varmadaki anlay ışlarına gelince, Araplar, her ferdin ki şi ola-
rak eşitliğini tanımaya en uygun gelen, e şitlikle aristokrasiyi bir ara-
ya getirmeyi ba şarmışlardır.
A.J. Toynbee'nin, göçebelik üzerine ilgi çekici yaz ısında dediği
gibi o, üstün bir kudrettir. Göçebelik, büyük ba ş hayvanlar ancak
orada yeti ştirilebileceği için, zirai ya şayıştan sonra gelir. Ve şimdi,
kuraklık belki aral ıklarla kendini gösterince, vahadaki ya şayışı ol-
dukça güçleştirmi ş, bozkırdakini ise daha çok güçle ştirmiştir. Göçebe
kültürünün yaşlı ve ileri gelenleri ise, yaln ız ikinci dereceden erzak-
ların değil, bütün geçimliklerini oradan sa ğlamak için inat ederce-
sine bozkıra dönerler ve bu iklim şartlarında hem avcı hem de çiftçi
bozkırdaki yaşayışın dayanılmaz bir yaşam olduğunu görür42.
Bütün bunda tabii bir seçme süreci vard ır. Başlangıçta, göçebe
yaşama tarzına atılanlar, belki sadece maceraperest ve hürriyet a şkı
gibi niteliklerle tanınmış belli kimselerdi. Sonra var olmak için yap ı-
lan şiddetli mücadele, yalnızca fiziki değil, ayni zamanda ahlaki ni,
telikler esasına dayanan bir seçime götürür. Çöl ya. şayişında, başarı
için yüksek düzeyde bir dayanışmaya gerek vard ır; bu da ki şiliğe yük-
sek düzeyde bir saygı duymaya ve insan de ğerini takdire ba ğlıdır.
Çölün kızgın ateşinde aşağılık davramş ve eylemlerin tortusu yanar
23 ve geriye bir yüksek ahlakhli ğın bir yüce düsturu ve insanlararas ı mü-
nasebetler gelene ğinin ve yüksek düzeydeki insan yüceli ğinin saf altını
kalır. Bu kitapta ileri sürülen görü şlerden biri, İslam'm büyüklüğü-
nün, geniş ölçüde bu unsurun baz ı tektanrıcı Yahudi-Hristiyan an-
layışlarıyla kaynaşıp birleşmesinden ileri geldig'idir.
43 Ibn al-Kalbi, H.S. Nyberg taraf ından daha fazla üzerinde durulmu ştur,
APAFMA Martino P. Nilsson Dedicatum, Lund, 1939, s. 346-66.
44 Arabie, 101-79
45 Bk. onun Handbuch der altarabischen Altertumskunde, i.
46 Krş. Barton, Semitic and Hamide Origins.
DIN/ VE Z/HN/ ORTAM 31
b ) Kabile İnsancıllığı
Eski dinin karşısında, "Kabile insancıllığı" denebilecek şey vardı .
Her nekadar çöküntü halinde ise de, bu, Hz. Muhammed'in gününde-
ki Arapların etkili dini idi. Cahiliyye şairlerinde bulduğumuz din de
budur. Şairlere göre ya şamaya anlam veren şey, iyi i ş ve davranışları
yiğitlik ve cömertli ği ile övünen bir kabileye mensup olmak ve ki şi
olarak da bu gibi şeylerden nasibini almakt ı. Bu bakış açısından in-
san yüceliğinin eylemde gerçekle şmesi, başlı başına bir amaçtır ve
aynı zamanda, genellikle ya şamanın bir başka büyük amacı olan ka-
bilenin varlığını sürdürmesine katkıda bulunur. 'Bu, ba şlıca insani
değerler, erdemli veya yi ğitçe davranma anlam ında önem kazandığı
için, insancılıktır. Şu var ki, bu, kişiden ziyade kabileyi bu değerlerin
odak noktası olarak düşündüğü için çağdaş insancılıktan farkl ıdır.
Üçüncü bölümde görece ğimiz gibi, Kur'an' ın ilk sürelerinde eski
putperestliğe hücum edilmemekle birlikte, bu insanc ılığa dini yönü
bakımından karşı konulmaktadı r. Bununla birlikte, Kur'an' ın genel-
de saygı gösterdiği insancılığın ahlaki yönü, yani ahlak ülküsü, bun-
dan ayrı tutulmalıd ır.
Kabilenin şeref ve yüceli ğine inanmak, kabile ya şayışının ana
kaynağı olmasına rağmen, bu dikkate al ınmaya değer inancın fikri
bir zemini vardı. Arapların kaderciliği meşhurdu ama öyle görünü-
yor ki, bu sınırlı bir kadercilikti. İnsanın bütün fiillerinin önceden
takdir edildiğine inanmadıkları, fakat hayat ın bazı yönlerinin tespit
edildiğine inanm ış oldukları gözüküyor. Başka bir yerde öne sürdü-
ğüm gibi, ahkamla ilgili bazı hadislerde İslam öncesi fikirleri islami
bir görünü ş içinde görmekteyiz47 ; ki bilhassa daha önceleri, zaman
veya kadere atfedilen şeyler, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
Allah'a atfedilmektedir. Böyle olunca, o zaman kaderin insan haya-
tını dar sınırlara sıkıştırdığı dört ana nokta; rızk, başka deyi şle kişi-
nin geçimi, ecel, yani yaşama süresi, çocuğun cinsiyeti ve mutluluk
ya da mutsuzluk gibi. Kadere tap ınılmadığı için bu bir din değildi.
25 Bu, aslında olguları kabul etme olduğundan, daha do ğrusu bir bilim-
di. Çöl şartlarında sözü geçen meseleler insan ak ıl ve zekasının gücünü
aşıyordu. Geçim oldukça istikrars ızdı ; bir kabile bereketli ya ğmur
ve otlağa sahip olabilirken, komşu kabile her ikisinden de yoksun
olabilirdi. Yaşamaktan beklenen şey az olup, ölüm birden bire, bek-
lenmedik bir şekilde gelip çatabilir. Bugün bile, bütün bilimsel veri-
47 Free Will and Predestination in Early Islam, London, 1949, s. 25, vd.
32 ARABISTAN ÇEVRESI
lere rağmen, bebeğin cinsiyetini tayin etme bir yana, do ğmadan önce,
erkek ıni, kız m ı olacağı nı söyleyemiyoruz. Çölde insan ya şayışını
altüst eden talihsizlikler yayg ın olduğundan ötürü, bedeviye göre
Eyüp Peygamberin tecrübesi olmayacak bir şey değildir. •
Böylece muruvva ülküsünün kavranışı, sanki belli bir çerçeve
içinde yer aldı. Kişinin ahlaki nitelikleri hiç bir zaman yalnızca asa-
letine dayanmamas ına rağmen, damarlar ında asil kana sahip olmas ı ,
belki de onun asilce davran ışını kolaylaştı rıyor sayılmaktaydı. Kabile
dayanışmasından ötürü ferdi hürriyet meselesi, Araplar ın akıllarına
hemen hemen hiç gelmiyordu. Hz. Muhammed'in gençli ği zamanın-
da geli şen ferdiyetçilik, belki de bir dini güç olarak kabile insanc ıllı-
ğını bir çeşit çöküntüye götürdü. Bu duruma kadar kabile ya şa-
dıkça, ki şiler kendi kaderleriyle ilgilenmemi şlerdi. Fakat şimdi
kişinin kaderini, sonunda ne olaca ğını merak etmeye ba şlıyor-
lar& Kişinin ölümsüzlüğüne inamlmadığı için kabile insan-
cılığından ferdî insancıllığa geçmeye imkan yoktu. Ki şide kalıcı olan
hiçbir şey yoktu. Kabile insanc ıllığında ise, kabilenin ve her şeyden
önce belki de kabilenin asil niteliklerinin kayna ğı diye kabul ettikleri
kanın kalıcı olduğu görülmekteydi. Bu inan ış ortamında, Hz. Mu-
hammed'in zamanının ana sorunu herhalde kabile insanc ıllığının fer-
diyetçi bir topluluk oluşması karşısındaki bu çökü şüydü.
53 D.S. Margoliouth, JRAS'de, 1903, 467 vd., fakat krş. C.J. Lyall, aynı eser, 771
vd., ve Buhl, Muhammed, s. 99, n. 278.
II
HZ. MUHAMMED' İN HAYATININ İLK DÖNEMI VE
PEYGAMBERLİK ÇA ĞRISI
bir temel sebebi olabilir. Abd Şems, hacılarla yapılan ufak tefek al ış-
vefişten ziyade uzun yol ticaretinde daha çok kazanç oldu ğunun far-
31 kum varmış olabilir. Bu ikisinin nisbi önemi ve refah ı ne olursa olsun,
Haşim'in Gaza'da oldukça erken ölümü, soyundan gelenleri ve yak ın-
ları olan Muttalib o ğullarmı zayıflattı. Haşim'in kardeşi el-Muttalib,
şimdi bütün topluluğun başı olmuştu; fakat Medine'de annesinin
yanında büyüyen Ha şim oğlu Abd el-Muttalib'in Mekke'ye amcas ı
el-Muttalib tarafından getirilinceye kadar bunun Mekke i şlerinde
hiç bir önem kazanmad ığı görülüyor.
Abd oymağın durumu bir kere daha iyile şmiş
gibi gözüküyor. Katbe'nin yan ında Zemzem kuyusunu kazmas ı, onun
enerjik ve giri şken bir kişi olduğunu gösteriyor. Zemzem kuyusunun
sonraları Mekke'nin merkezi kuyusu haline gelip kutsal yerin itiba-
rını paylaşmasına rağmen, bunun amcas ı kanalıyla babasından teva-
rüs ettiği hacılara su tedariki hakkıyla ilgisi bulunsa bile; Abd el-
Muttalib'in hareketi, kendisinin Mekke'de en önde gelen ki şi oldu-
ğunu göstermez.
Onun toplumdaki yeriyle ilgili elimizdeki en iyi delil, k ızlarının
evlilik kayıtlarıdır. Annesi Zühre o ğullarmdan olan Safiye ilkin Abd
Şems oğulları= başı Harb b. Umeyye'nin o ğlu, ikinci defa da Esed'-
den el-Avvam b. Huveylid ile evlendi. Di ğer kızlarından, annesi Mah-
zun oğullarından olan Atike yine Mahzum'dan Ebu Umeyye b. el-
Mugire ile; Umeyme, Harb b. Umeyye'nin müttefiki Cah ş'la; Erva
ilkin Abd'dan Umeyr b. Vehb ile, daha sonra da Abd ed-Dar o ğul-
larından biri ile; Berra. ilkin `Amir'den Ebu Ruhm ile, sonra da Mah-
zum'dan Ebu'l-Esed b. Hilal ile; Umm Hakim, Abd Şems'den Kureyz
ile evlenmi şti. Bu demektir ki, Abd el-Muttalib, kızlarını Mekke'-
nin en iyi ve güçlü ailelerinden kimselerle evlendirebilmi şti 54.
Onun ve Harb b. Umeyye'nin Mekke'de üstün gücü elde etmek
için rakip olduklar ını ileri sürmek, ayrıntılarıyla anlatılrnadığı için
şüpheli ve daha sonraki rekabetlerin bir yans ıması gibi görünüyor.
Evlilik bağları gösteriyor ki, onlar en az ından başlangıçta iyi ilişkiler
içindeydiler. Fil vakas ı sırasında Abd el-Muttalib'in Ebrehe ile gö-
rüşmesinin hikayesi belki de ana hatlar ıyla kabul edilebilir; fakat
bütün Mekkelilerin değil de oradaki bir az ınlığın adına yapılan bir
görüşme olarak kabul edilmelidir. Habe şlilerin fena bir şekilde geri
çekilmeleri üzerine siyaset bo şa çıkınca, aslında mazereti ne olursa
54 Krş . ISa`d, viii, 27-31.
38 HZ. MUHAMMED' İN HAYATININ İLK DÖNEMİ
kalktığı nda devenin memelerini sütle dolu buldu; deveyi sa ğdı, her
ikimiz de doya doya içtik. O gece rahat bir gece geçirdik. Ertesi günü
kocam bana "Ey Halime! Bilki sen kutlu ve hay ırlı bir çocuk aldın"
dedi. Ben de "Tanrı'ya and içerim ki böyle olmasını ümit ediyorum"
dedim.
Sonra Mekke'den ayrıldık, Ben gene e şeğime binerek çocuğu
yanıma aldım. Tanrı'ya and içerim ki, e şek kafilenin ba şında gidiyor
35 ve ona hiç bir eşek yetişemiyordu. O kadar ki, kad ın arkadaşlarım
bana "Ey Zueyd'in kızı yazıklar olsun sana. Bizi beklesene. Gelirken
bindiğin eşek bu değil miydi ?" diye bağırıyorlardı. Ben onlara "Tanrı'
ya and içerim ki elbette o e şektir", deyince, kad ınlar bana "Tanrı'
ya and ıçerız ki bu eşeğe bir şeyler olmuş" diyorlardı. Böylece Sa`d
boyu yurdundaki evlerimize geldik. Bu ülkenin, Tanr ı'nın yeryüzün-
de yarattığı en çorak ülke oldu ğunu biliyorduk. Buna rağmen çocuğu
beraber getirdikten sonra davarlar ım akşamları karınları tok ve meme-
leri süt dolu olarak dönerdi. Biz davarlar ımızı sağıp kana kana süt
içtiğimiz halde komşulardan hiçbir kimse davarlarmdan bir damla
olsun süt sağamıyorl ardı . Onun için kabilemizden herkes çobanlar ına
"Hay Allah belanızı versin ! Davarları Ebu Zueyb'in kızının çobam-
nın güttüğü yerlere götürsenize" diye ç ıkışırlardı . Fakat onların da-
varları aç, susuz, gö ğüslerinde bir damla süt olmadan, benimkiler ise,
karınları tok, göğüsleri süt dolu dönerlerdi. Böylece Muhammet iki
yaşına gelip kendisini memeden kesinceye kadar üzerimize Tanr ı'dan
bolluk ve bereket ya ğdı. Bu çocuk öbür çocuklardan daha iyi büyü-
yordu. Bunun için iki ya şını doldurduğu zaman bayağı koca bir ço-
cuk haline geldi. İki yılı nı doldurduğu zaman çocuğu annesine götür-
dük; ama uğurluluğunu gördüğümüz için onu yanımızda bırakmayı
içten arzuluyorduk. Bunun için annesiyle konu şup "Oğlumu büyü-
yünceye kadar yan ımda bıraksan iyi olur. Ona. Mekke vebas ı bulaş-
masından korkarım." dedim. Annesi kabul edip çocuğu yeniden bize
bıraktı.
Çocuğu alıp geri döndük. Dönüşümüzden bir kaç ay sonra, Mu-
hammed ile karde şi çadırların arkasında kuzu güdüyorlard ı. Kardeşi
koşarak gelip bana ve babas ına: "Üzerlerine ak elbiseler giyinmi ş
iki adam o Kureyşli karde şimi tutup yere yatırdılar ve karnını yardı-
lar. Şimdi de onun içini karıştırıyorlar." dedi. Bunun üzerine ben ve
babası evden çıkıp Muhammet'in yan ına vardık. Çocuğu yüzü sa-
rarmış bir durumda ve ayakta bulduk. Ben ve babas ı onu kucaklayıp
"Yavrum! Sana ne oldu?" deyince O bize "Üzerlerine ak elbiseler
42 HZ. MUHAMMED'İN HAY 4..TININ İLK DÖNEMİ
giyinmiş iki adam beni tutup yere yat ırdılar. Karnımı yardılar ve
karnımda ne olduğunu anlamadığım bir şey aradılar." dedi. Bunun
üzerine çocu ğu alıp çadırımıza getirdik.
Bu olaydan sonra babas ı bana: "Ey Halime! Bu çocu ğun başına
bir şey gelmi ş olmasından korkuyorum. Başına bir şey gelmeden onu
ailesine götür." dedi. Bunun üzerine çocu ğu alıp Mekke'ye annesi-
nin yanına götürdük. Annesi "O'nu niçin getirdin? Önce yamnda kal-
masını ne kadar çok istiyordun" dedi. Ben de "Tanr ı oğlumu bü-
yüttü. Ben de bana dü şen ödevi yaptım. Şimdi başına bir kötülük
gelmesinden korkarım. Bunun için O'nu sağ salim sana teslim ediyo-
rum" dedim. Bunun üzerine Muhammed'in annesi bana "Sen böyle
değildin, ne oldu sana? Bana doğrusunu söyle" dedi. Ve kendisine
herşeyi açıklamadan yakam ı bırakmadı. Hikayeyi işittikten sonra
bana " Şeytan'ın ona bir zarar vermesinden mi korktun?" diye so-
runca ben "Evet, öyle" dedim. O "Hayır, korkma, Şeytan ona bir
zarar veremez. Çocu ğumun bilinmeyen bir taraf ı var. O ileride bü-
yük bir adam olacakt ır. istersen ben de O'nun bir hikayesini sana
anlatayım" dedi. Ben "Peki anlatın" dedim. Muhammed'in annesi,
"O'na gebe kaldığım zaman, benden, ışığında Suriye topraklarında
bulunan Busra şehrinin köşklerini gördüğüm bir nur çıktığını fark-
.
ettim. Bundan başka ben ona gebe iken karn ımda, O'nun ağırlığını
36 ve yükünü hiç duymadım. O doğar doğmaz yere, elleri yerde ba şı göğe
doğru olarak doğmuştu. Şimdi sen O'nu bırak ve memleketine dön."
dedi.
İbn İshak der ki: Yezid o ğlu Sevr bilgili bir kimseden bana şun-
ları anlattı : -Bu kimsenin Ma'dan o ğlu Hâlid el-Kelâi olduğunu sanı-
yorum- Tanrı elçisinin bazı arkada şları kendisine "Ey Tanr ı Elçisi!
kendi hayatınız hakkında bize bir şey anlatınız" demişler. Bunun üze-
rine Tanrı elçisi "Peki, olur" dedikten sonra şunları anlatmış : Ben
dip dedem İbrahim'in daveti ve karde şim İsa'nın müjdecisiyim58 .
Annem bana gebe kald ığı zaman kendisinden, Suriye kö şklerini ay-
dınlatan bir nurun ç ıktığını görmüş . Sonra Bekr o ğlu Sa'd boyunda
süt emdim. Bir gün çadırların arkasında süt karde şimle kuzu güdü-
yorduk. Bu sırada üzerlerine ak elbiseler giyinmi ş iki adam bana gel-
di. Ellerinde içi kar dolu bir leğen de vard ı. Adamlar beni yatırıp kar-
nımı yardılar; yüreğimi dışarı çıkarıp onu da yard ılar, içinden kara ve
pıhtılaşmış bir kan parças ı çıkartıp attı lar. Sonra o karla yüre ğimi
ve karnımı iyice yıkayıp temizlediler. Bu i ş bitince adamlardan biri
58 Q.2.123; 61.6.
HZ. MUHAMMED'IN DO ĞUMU VE İLK YILLARI 43
arkadaşına -şimdi O'nu milletinden on kişi ile tart, dedi. Adam tartt ı.
Ben ağır geldim. Sonra birinci adam arkada şı na: O'nu milletinden
yüz kişi ele tart, dedi. Adam tartt ı, yine ben ağır geldim. Birinci adam
arkadaşım: O'nu milletinden bin ki şi ile tart, dedi. Adam tarttı, gene
ben ağır geldim. Bunun üzerine, birinci adam arkada şma: Tamam,
artık onu bırak. Tanrı'ya and içerim ki, onu bütün milletiyle de tart-
sak gene de a ğır gelecektir, dedi 59.
İbn İshak der ki: Ebu Talib bir kafileyle birlikte ticaret amac ıyla
Suriye'ye gitmek istedi; yola ç ıkmak için hazırlanıp yolculuğa karar
verdiği zaman Tanrı elçisi üzülüp ona sarılarak kendisinden ayr ıl-
mak istememi ş. Bu duruma dayanamayan Ebu Talib, "Tanr ı'ya and
içerim ki, O'nu yanıma alıp birlikte götürece ğim. O, benden ayrıl-
mayacak, ben de ondan ayr ılmayacağım." veya buna benzer sözler
söyledi. Böylece O'nu yan ında götürdü. Kafile, Suriye topraklar ında
bulunan Busra'ya geldi. Burada Bahire adlı bir rahip, küçük bir tap ı-
nakta yaşıyordu. Bu rahip, Hristiyanlar aras ında en bilgili kimse idi.
Eskiden beri bu küçük tap ınakta bulunan bir kitap, burada ya şayan
rahiplere geçti ği için, eline bu kitap geçmi ş olan her rahip, Hristiyan-
larm en çok bilgili kimsesi olurdu. Söylendi ğine göre, rahipler bu ki-
tabı, yaşlısı gencine aktarmak suretiyle birbirinden devral ırlardı. Bu
ticaret kafilesindeki Mekkeliler o y ıl Bahira'run yanına indiler. Kureyş
ticaret kafileleri, ço ğu zaman bu Rahip Bahira'n ın yanına uğrarlardı,
fakat Bahira onlarla hiç konu şmaz 've Söylendi ğine göre
bu sefer Kurey şliler, yanına uğradığında, tapınağından bakıp gördü-
ğü bir şeyden dolayı onlara yemek vermi ş. Gene söylendiğine göre
Rahip, tapınağından kafilenin geli şini seyrederken bir bulutun Tanrı
elçisini gölgelediğini görmüş. Kafile gelip bir ağacın altına konmuş.
Bahira bulutun ağacın üstüne geldi ğini, ağacın dallarının Tanrı elçi-
Binin üstüne eğilip gölge etti ğini de görmüş .
59 IH, 103-106.
44 HZ. MUHAMMED' İN HAYATININ İLK DÖNEMI
bir şanı olacaktır, sen onu hemen geri memleketine götür." dedi.
Bunun üzerine çocuğun amcası Ebu Talib, Suriye'deki ticaret i şlerini
bitirdikten sonra hemen çocu ğu alıp Mekke'ye döndü 60."
63 Krş. Ekbilgi C.
BIR PEYGAMBER OLMA ĞA ÇA ĞRI 47
a) ez-Zuhri'nin Rivayeti
Rivayetlere göre, Hz. Muhammed k ırk yaşındayken, Allah kendi-
40 sini bir peygamber olarak görevlendirdi ve vahylerini göndermeye
başladı. En iyi başlangıç noktası, Zııhri'nin, fetret, yani vahyin birara
kesilmesi hakkındaki anlatım ı ve bir tarihçi olarak sahip oldu ğu bel-
gelerdir. Bu, İbn Hişam'ın anlatımı gibi bir akıcılık vermek için yeni-
den yazılmamıştı r; fakat, parça parça bulunan ana kaynaklar ın Zuhri'-
ye geldikleri gibi sadece bir araya getirilmesidir. Bize ula ştığı üzere
metinde bölümler yoktur; burada uygunluk bak ımından aktarılan
bazı bölümler, Zuhri'nin belgelerinde ravi de ğişikliğiyle gösterildi ği
gibi, parça parça gelmektedir.
A. `Urve'nin (Aişe'den, Zuhri'nin `Urve'den, Nucn ı n b.
Raşid'in de Zuhri'den bana rivayet etti ği üzere Hz. <Ai şe şöyle demiş-
tir: Uykudaki sadık rüya, Rasulullah sallallahü aleyhi vesellem'e
olan Vahyin ilk ba şlangıcıdır. Bu rüya, sabah aydınlığı kadar açık
seçik görünürdü.
B. Daha sonra inziva ona sevdirildi ve o, Hira'daki bir ma ğara-
ya tahannus (? taabbüd) için gider ve orada, ailesine dönmeden birkaç
gece kalırdı. Sonra, yeniden bu şekilde kalmak üzere, ailesine, yiye-
cek almak için dönerdi. Nihayet umulmad ık bir anda Hak geldi ve
ona Ey Muhammed, Sen Allah'ın elçisisin, dedi.
C. Rasulullah. Aleyhisselam dedi : Ayakta duruyordum ki, diz-
lerimin üzerine dü ştüm, yerde sürün düm; omuzlarım titriyordu. Son-
ra Hatice'nin odas ına girdim ve "Beni ört" (zemmih -tnI), beni ört;
bu korku gidinceye değin" dedim. Sonra o, (Cebrail) ona geldi, 'Ey
Muhammed, Sen Allah' ın elçisisin' dedi.
D. O, (Yani Muhammed) dedi : Kendimi bir yardan atmay ı dü-
şünüyordum; fakat böyle dü şünürken, O bana gözüktü ve dedi: "Ey
Muhammed, Sen Allah'ın elçisisin."
E. Sonra O, "Oku" dedi. Ben, "Okuyamam (ya da ne okuyay ırn ?)
dedim. O, (Hz. Muhammed) dedi: Sonra o beni, bitkin dü şünceye ka-
dar üç kez kuvvetlice s ıktı. Sonra, "Seni yaratan Allah' ın adıyla oku"
dedi. Ben de okudum.
F. Ve Hatice'ye geldim. "Kendimden korkuyorum." dedim ve
başımdan geçeni anlatt ım. O da, "Sevin; Allah'a yemin ederim ki,
48 HZ. MUHAMMED'IN HAYATININ İLK DÖNEMI
O seni hiç bir vakit şaşırtmaz. Hısımlarma iyilik edersin, gerçe ği söy-
lersin, emanete hiyanet etmezsin, yorgunlu ğa katlanırsın, misafirle-
rini ağirlarsın, haksızlığa uğranuşlara destek olursun."
G. Sonra O, (Hatice) beni Varaka b. Nevfel b. Esed'e götürdü
ve "Karde şinin oğlunu dinle" dedi. O bana sordu, ben de ba şımdan
geçeni anlattım. O, "Bu, Musa b. İmran'a indirilen (veya vahyedilen)
nândıs'dur. Keşke şimdi genç olsaydım' Keski, kabilen seni d ışarı
attığı zaman sağ olsaydım!" dedi. "Onlar beni ç ıkaracaklar mı ?"
41 dedim. O, "Senin getirdi ğini getirip de, kendisine dü şmanca davra-
mlmayan hiç bir ki şi yoktur; senin o günlerine yeti şecek olsaydım,
yardım ederdim." dedi.
H. 'İkra'dan sonra bana vahyedilen ilk Kuran ayetleri şunlardı :
Nun ( ); Kalem ve onunla yazılanlara and olsun ki, Sen Rabbinin
nimetine ermi ş bir kimsesin, deli değilsin, doğrusu Sana kesintisiz
bir ecir vardır. Şüphesiz Sen büyük bir ahlaka sahipsin. Hanginizin
aklından zoru olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecek.
(68 / 1-5); ve "Ey örtüye bürünen kalk da uyar!" (74 / 1-2) ve "Ku ş-
luk vaktin and olsun, süküna erdi ğinde geceye and olsun ki (93 /
1-2). 64"
I. Ez-Zuhri dedi: Rasulullah'a gelen vahyde bir ara bir kesinti
oldu; çok üzgündü. Erkenden, O, kendisini atmak için da ğların tepe-
lerine gitmeye ba şladı . Fakat, her da ğ tepesine vard ığında, Cebrail
kendisine gözüktü ve dedi: Sen Allah' ın elçisisin! O zaman sâkinle şi-
yor ve kendisine geliyordu.
J. Rasulullah onu anlatırdı. Derdi ki: "Bir gün yürürken Hira'-
da bana gelen mele ği, yerle gök aras ında bir kürsüde gördüm. Ondan
çok korkmuştum ve Hatice'ye dönüp "Beni ört (zemmiluni)" dedim."
K. Sonra biz O'nu örttük, yani üzerine bir deser koyduk (deser-
nahu) ve Yüce Tanr ı, "Ey örtüye bürünen, kalk da uyar, Rabbini
yücelt, giydiklerini temiz tut (74 / 1-4)" ayetlerini indirdi.
L. Az-Zuhri ekledi: Kendisine ilk vahyedilen "Yaratan Rabbi-
nin adı ile oku"dan "Bilmedi ğini" ayetine kadar (96 / 1-5)"d ı65 .
İbn Şihab diye bilinen ez-Zuhri, J ve K'n ın başka bir varyant ını
nakleder ki bu da şöyle başlar: "Cabir b. Abdillah el-Ensari dedi:
f) "Oku"
`Atak Suresi hakkındaki hadisin çeşitli varyantları olup, bunların
birisi Zuhri'den aktard ığımız E bölümünde geçer. Daha sonraki var-
yantlarda Hz. Muhammed'in, Melek'in ikra' demesine verdi ği mâ
akrau sözü 'Okuyamam (veya ezberden okuyamam)' diye çevrilmeli-
dir; bu mâ ene bilycTriin Ben okuyan (veya ezberden okuyan) bir ki şi
74 R. Bell, Muhammad's Visions MW, xxiv, 1034, s. 145-54, özellikle 148 de
75 Bak Bölüm 5 ve A. Paulain, Graces of Interior Prayer, London, 1928,299 vd.
51, HZ. MUHAMMED'İN HAYATININ İLK DÖNEMI
nun daha tabii anlam ıdır. Hemen hemen kesindir ki sonraki hadis-
çiler, Kuran- ı Kerim'in mucizeyi niteli ğini gösteren delilin önemli
bir parçası olan, Hz. Muhammed'in okuma-yazma bilmedi ği inamşı-
na destek bulmak için bu kelimelerin tabii anlamlarından kaçınmış-
lardı r. Taberi Şerhinde Abdullah b. Seddad'dan rivayet edilen hadis,
eğer metin do ğru ise, kendisinden önce 've' oldu ğu için, ma'nın 'ne'
anlamında anla şılmasını gerektirmektedir 77.
Karaa ve kur'dn keliıneleri Hristiyanlığın Arabistan'a soktuğu dinî
lügatçeye aittir; karaa, okumak ya da kutsal metinleri hu şu ile ezbere
47 okumak demektir, Kuran da kutsal kitap dersi veya 'okumak' anla-
mında kullanılan Süryanice kerydna'dan gelmektedir. Kelime, daha
sonraları, 'oku' anlamına gelmi şse de, bu surede belki de `ezberinden
oku' yani olağanüstü bir şekilde bildirilen, hafızanda tuttuğun şey-
den 'oku' anlam ına gelmektedir". Hz. Muhammed, kime ve neden
okuyacaktı ? Bu soru, hadislerde aç ıkça tartışılmamıştır. En tabii
yorum, şekli ibadetin bir parças ı olarak gelen şeyi okumasıydı. Bu,
Süryanice'deki kullan ışa ve Müslümanların hâlâ namazIar ında veya
ibadette sure veya surelerin okunu şuna k ıraat demeleri gerçeğine
uygundur. Yukar ıda sözü geçen, Abdullah b. Şeddad'dan rivayet
edilen hadiste 'ne okuyayım ?' sorusuna cevab ın, birçok rivayet şekil-
lerindeki gibi, 'ad ına oku' değil de sadece 'ad ına .. . ' olduğu hatır-
latılmaya değer. Bu, Bismillah' ın bir önsezisi olabilir miydi?
Müslüman bilginlerinin, bunun, Kuran'ın vahyedilen ilk ayet-
leri olduğu şeklindeki pek yayg ın görüşüne geçerli hiçbir itiraz yoktur.
Alak Suresi'nin iddiasıyla yarışabilecek başka bir bölümün hiçbir
başarı şansı yoktur79 . Kuran'ın asıl çağrısırun genel akışı gözönünde
tutulursa ilk gelmesini bekleyebilece ğimiz şey, ancak ibadet için bir
emirdir80. 'Oku' kelimesi, yalnız Hz. Muhammed'e yöneltilmi ştir ve
bunun kendisini takip edenleri de kendisini taklit etmeleri için kap-
samında hiçbir güçlük yoksa da, O, vahyedildi ğinde kendisini takip
edecek kimselerin olaca ğı düşüncesinin aklına gelmediği düşünülebi-
lir; yani bu, başkalarına vaaz etmeye ba şlamasından önceki bir safha-
ya pekâlâ ait olabilir. Tabii Hz. Muhammed'in Kuran' ın bir parçası
olarak görmedi ği başka tebliğleri de daha önce almış olduğu ihtimal
dışı bırakılamaz; hadislerdeki 'Sen Allah' ın Elçisisin' sözleri buna
bir örnek olabilir.
I'da tasvir edildi ği üzere fetret, yani vahye ara verilmesi ile mesele
karışmaktadır. J ve K'daki anlatımlar, Zuhri'nin Cabir'den rivayet
ettiği varyantla birlikte 84, Cabir'den Yahya b. Ebi Kesir 85 tarafın-
dan nakledilen hadis ile kar şılaştırıldığında; Zuhri'nin Alak Suresi'-
nin ilk sure olduğu görüşüyle bu hadisi bağdaştırmak için Fetret'i
işin içine kattığı açıkça görülüyor. Bununla birlikte fetret ile ilgili
başka bir delil var; İbn İshak, onu Duha Suresi'nin vahyinden önceye
alıyor. 86 Aslında, böyle bir tecrübe pekala olabilir. Öte yandan, ba-
zan ileri sürüldüğü gibi, onun üç yıl sürmüş olması muhtemel değil-
dir; bu rakam, belki de halka aç ık olmayan tebliğin süresiyle karış-
urılmaktan ileri gelmektedir. Bu dü şünceler, Hz. Muhammed'in dini
tecrübesinde bir kesintinin olmu ş olabileceğini gösteriyor. Zuhri'nin,
49 Fetret'in (kesintinin) halka aç ık tebliğin başlangıcından hemen önce
geldiği varsayımı (ki ben öyle kabul ediyorum), kuvvetli bir delil de-
ğildir, ama oldukça muhtemeldir.
Muddessir, çoğunlukla bir dişctr (daştir)'a, yani bir örtüye (har-
maniyeye) sarınmış anlamına alınmıştır Bu doğru ise, herhalde bu
hareketin vahylerin alınışıyla bir bağlantısı vardır. O, ya vahyleri
teşvik için ya da daha büyük bir ihtimalle insan al ıcısım ilahi tecellinin
tehlikesinden korumak için olabilir 87 . Öte yandan, ayni kökten gelen
birtakım kelimeler, örtünme veya saklanma dü şüncesini, mecazi
olarak geli ştirmekte; böylece de, mütevazi olup, tan ınmamış olan kim-
seler için kullan ılmaktadır. Eğer Hz. Muhammed'in tereddüt etme
sebebi, zengin Mekkelilerin hüküm verme ölçülerine göre, kendisinin
oldukça önemsiz bir ki şi olması idiyse, bu burada uygun dü şebilir.
Bu kesin olmayan ayrıntılar, bir araya getirilince, ortaya ç ıkan
biçim, bir bakıma şöyledir : Hz. Muhammed'in Peyganiber olarak
mesleğinde üç yıl süren bir hazırlık safhası diyebileceğimiz bir dönem
vardı. Bunda O, açıkça bir çe şit vahy almaya başladı. Israfil ile ilgili
hadisler, Hz. Muhammed'in, O'nun sesini duydu ğunu ama şeklini
görmediğini söyler88. (Alak ve Duha Surelerinin ilk ayetleri, bu saf-
haya ait olabilir; ayn ı zamanda, Hz. Muhammed'in Kuran' ın bir
bölümünü teşkil ettiğini düşünmediği, daha özel nitelikte vahyler de
gelmiş olabilir. Fetretin, üç yıllık sürecin sonlarına rastladığı söyle-
84 Tab. 1155 vd.
85 Aynı eser., 1153
86 IH, 156.
87 Bk. Nöldeke-Schwally, i. 87; ve Wellhausen, Reste, 135, n.2.
88 Tab. 1249.5.
BIR PEYGAMBER OLMA ĞA ÇA ĞRI 57
çekliklerinden hiç şüphe etmemi ş, hatta onlar u ğruna ölmeyi bile göze
almıştır89.'
Bununla birlikte intihar düşüncesi, buna sebep olacak - bir şey
söylememi ş ise, Hz. Muhammed'e hemen hemen hiç atfedilemez. Bu,
Duha Suresi'nin yorumunun d ışına çıkmaktadır. Bundan ba şka,
böyle bir umutsuzluk dönemi, fetret hakk ındaki rivayetlere uygun
düş er. Böylece de bu, Hz. Muhammed hakk ında bize birtak ım ger-
çek bilgiler veriyor gibidir.
i) Sonuç
Böylece, Hz. Muhammed'in risaleti (ça ğrısı)nı kuşatan durum-
larla ilgili kesinlik kazanmayan çok şey vardır. Ancak, birçok ayrm-
tılar ve özellikle değişik vakaların nisbi tarihleri bir bakıma kesin
olmasa bile ilk hadislerin dikkatlice taranmas ı, oldukça bir güvene
sahip olabilece ğimiz genel bir görünüme götürür.
ortaya daha çok mesele çıkaracakt ır. Öte yandan, Batıda tarihin
büyük şahsiyetlerinden hiçbirisine Hz. Muhammed kadar az de ğer
verilmiş değildir. Batılı yazarlar, Hz. Muhammed hakk ında çoğun-
lukla en kötü şeylere inanmak zaafını göstermişlerdir; herhangi bir
fiilin itiraz götürebilecek bir yorumu karma şık gözüktüğünde onu
bir hakikatmi ş gibi görme eğ iliminde olmuşlardır. Eğer O'nu, az da
olsa anlamak istiyorsak ve geçmi şten bize kalan yanli şlıkları düzelt-
memiz gerekmekteyse; yalnızca O'nun asli dürüstlü ğüne ve gayesinin
bütünlüğüne inanmak de ğil; aksi tamamiyle ispat edilinceye kadar
O'nun her bak ımdan samimi olduğu inancına sıkı sıkıya bağlı kal-
mallyız. Unutmamak gerekir ki, kesin delil akla yatk ınmış gibi gös-
termekten çok daha güç bir i ştir ve bunun gibi bir meselede ancak
güçlükle elde edilebilir. Onun samimiyetsizli ğini varsayan Batılı ya-
zarların teorileri, teori olarak tart ışılmayacak; fakat, O'nun sami-
miyetine karşı çıkan tartışmalar gözönünde tuttılacaktır.
O halde, eğer mümkün olduğu kadar O'nun samimi oldu ğu inan-
cına bağlanmaya kararlıysak, Kuran' ı Hz. Muhammed'in tabii bilin-
53 cinden ayırmamız gerekir. Çünkü bu ayr ım, kendisi için bir esastır.
Daha başlangıçta, kendisine tabiat üstü bir kaynaktan geldi ğine inan-
dığı şeyle, kendi düşüncesinin ürününü dikkatlice ayırt etmi ş olma-
lıdır. Ancak bu ayrımı nasıl yaptığı pek açık değildir; şu var ki, bu
ayrımı yaptığı gerçeği, tarihteki her şey kadar kesindir. Kendi bilin-
cinden bağımsız olan kaynaktan gelenlere (ki böyle inan ıyordu), kendi
ifadelerini kattığını hiçbir ihtimalle dü şünemeyiz. Bununla birlikte,
vahyedilen şeyleri yeniden düzenlemi ş olabilir ve bir bölümün düzel-
tilmesi gerekti ğini hissettiğinde, vahyleri düzeltmeye vesile olmaya ça-
lışmış olabilir. Nitekim bazı vahylerin diğerleriyle neshedilmiş oldu-
ğu, sünni Müslümanlar ın görüşündendir.
Hz. Muhammed'in bu ayrımı yapmış olması olgusunun açıklan-
ması ve yorumu başka bir konudur ve birtakım nazara meseleleri içe-
receği için burada tartışılmayacaktır. Üç temel görüş şöyledir: Sünni
Müslümanlar, Kuran' ın aslında tamamiyle ilahi olduğu görüşünde-
dirler; O, Allah'ın yaratılmamış kelamı veya sözüdür. Her nekadar
maddi araçlar -sesler, ka ğıt üzerindeki işaretler, vb.- yaratılmış olsa
da. Laik Batılı, Kuran' ın Hz. Muhammed'in bilinçli zihninden ziya-
de kişiliğinin bir parçası olduğu görüşündedir (eğer Hz. Muham-
med'in yaptığı ayrımı dikkate alırsa bu görüşte olmalıdır). Üçüncü
temel görüş, Kuran'ın, İlahi faaliyetin eseri olduğu, fakat Hz. Mu-
hammed'in ki şiliği aracılığıyla ortaya konmuş bulunduğu görüşü-
BİR PEYGAMBER OLMA ĞA ÇA ĞRI 61
dür ki, bir bakıma Kuran' ın bazı özellikleri Hz. Muhammed'in in-
sanlığına bağlanmaktadır. Bu, galiba, Islam'da baz ı İlahi hakikatler
kabul eden Hristiyanlar ın görüşüdür. Ne var ki, hiçbir zaman ta-
mamiyle açıklığa kavuşturulmami ştır. Bu üç görüş karşısında, tarih-
çinin alanı dışında birtakım soruları ihtiva ettiğinden tarafsız kal-
maya çalışacağım. Saygılı davranmak için islami hiçbir temel inanc ı
reddetmemeye gayret ettim ve böylece ben her zaman 'Hz. Muham-
med der' değil de, 'Kuran Buyurur' ifadesini kulland ım. Öte yandan,
söz gelişi, Hz. Muhammed'e vahyedilen bir ayetten sözetti ğim za-
man, bu, yukarıdaki üç görü şün ilkini kabul ediş anlamına almma-
malıdır. Ben sadece, Müslümanların ifadesini kullanıyor ve 'Müslü-
manların söylediği gibi' veya buna benzer bir ibareyi koymayı oku-
yucuya bırakıyorum; bu hiçbir kar ışı klığa sebep olmamal ıdır.
Tarihi ve teolojik meseleler aras ında kabaca böyle bir ay ırım ya-
pıldıktan sonra, tarihçinin vahyleri alma tecrübesinin Hz. Muham-
med'in bilincindeki kesin şeklini göznünde tutmas ı gerekmektedir.
54 O, kendisine nasıl göründü ve O, onu nas ıl tasvir etti? Bunlar, Hz.
Muhammed'in bilinciyle ilgili ve hatta kendi anlat ımları belki de böyle
şeyler hakkındaki daha önceki görüşleriyle renklendirilmi ş bile olsa,
objektif tarihi gerçeklerdir. Dikkat edilecek ilk nokta, Necm Sure-
sinde tasvir edilen görüntülerin (rü'yetlerin) istisnai bir şey olduğudur.
Bu, görüntülerin tasvir edili ş şeklinden de açıkça anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Hz. Muhammed'in Peygamberlik bilincinin normal şekil
veya şekillerini başka yerde aramal ıyız.
Burada bazı teknik terimleri vermek faydal ı olacak. A. Poulain'in
The Graces of Interior Prayer'inde kullanılan terimler, şimdiki mak-
sadımız bakımından yeterli olabilir. Görüntüler veya ifade tarzlar ı
diye adlandırdığı dini tecrübe görünü şlerini tartışırken, Poulain
her iki durumda da iç ve d ış şekilleri biribirinden ayırmaktadır. Ha-
rici ifade tarzları, tabii olarak ortaya ç ıkmış olmamakla beraber,
kulakla duyulan kelimelerden ibarettir; bunun gibi harici veya gözle
görünür görüntüler de, maddi nesnelerin görüntüleri veya öyle gö-
züken, gözle algılanan görüntülerdir. Necm Suresindeki görüntüler
harici görüntülerdir. Poulain, dahili ifade tarzlar ını, hayali ve zihni
diye ayırmıştır. Birincisi, kulağın yardımı olmaksızın doğrudan doğ-
ruya algılamr; onların, hayali duygu ile alg ılandığı söylenebilir. İkin-
cisi, 'sözsüz ve dolayısıyla belli hiç bir dil olmaksızın sade bir düşün-
ce alışverişidir'. 94 Bunun gibi dahili görüntüler de hayali ya da zihni
94 a.g.e., 299 vd.
62 HZ. MUHAMMED'IN HAYATININ İLK DÖNEMI
60 1. Kur'ân' ı Tarihlendirme
'Kuran'ın asıl tebliğinin ne olduğu?' sorulur sorulmaz ilk âyet-
lerin hangileri olduğu sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Tabiat ıyla
dayanak noktamız, ilk Müslüman bilginlerin anlatt ıkları olmalıdır.
Çeşitli ayetlerin vahyedilmi ş sebepleri hakk ında önemli miktarda ve-
sika elde bulunmaktad ır. Ancak bu malzemeyle ilgili iki güçlük söz-
konusudur: Noksand ır ve çelişkileri ihtiva etmektedir. İkincisi —ki,
biz daha önce vahyedilen ilk sure meselesinde bir örnekle kar şılaş-
mıştık— bilhassa Mekke sureleriyle ilgili olarak belki de birincisi ka-
dar önemli değildir. Daha sonraki Müslüman bilginler, hangi sure ve
ayetlerin Mekke'de, hangilerinin de Medine'de vahyedildi ği hakkın-
da bir anlaşma ölçüsüne vardılar. Fakat, Mekke ayetlerinin büyük
çoğunluğu için sebepler hakk ında hadis yoktur; bundan ba şka se-
beplerin ço ğu da kesin tarih verilebilecek olaylar de ğildir. Böylece,
sebeplerle ilgili hadisler, genelde do ğru olarak kabul edilse de; bunlar
kendi başına Batılı bilginlerin sorduğu birçok sorulara cevap bulma-
da yetersizdir.
Alman bilgini Theodor Nöldeke, ilk baskısı 1860'da yapılan
Kur'an Tarihi'nde bir değer ölçüsü daha ortaya koymu ştur. Ayetlerin
uzunlukları incelenip nüzül sebepleri hakk ındaki geleneksel bilgilerle
karşılaştırıldığında, ekseriyetle ilk sureler diye kabul edilenlerin k ısa
ayetleri ihtiva etti ği, son sureler olarak kabul edilenlerin de uzun ayet-
li sureler olduğunu görmüştür. Dolayısıyla, surelerin önceliği ya da
sönralığımn, ayetlerinin uzun veya kısa oluşlanna bağlı olduğu var-
sayımını ileri sürmüştür. Bu ölçüye dayanarak, Nöldeke, sureleri,
üçü Mekki biri de Medeni olmak üzere dört döneme göre s ıraladı.
Bu sıralama, genellikle Bat ılı bilginlerce kabaca bir k ılavuz olarak
kabul edilmiştir.
68 İLK BILDIRME
105 Krş. R. Bell, The Style of the Qur'an, Transactions of the Glasgow University
Oriental Society, xi. 9-15, özellikle 14 vd.'de.
106 Bell'de, daha sonra ilave edilmi ş olarak belirtilen ayetler al ınmadı, a.g.e.
ILK AYETLERIN MUHTEVALARI 69
62 2. İ lk Âyetlerin Muhteyâlart
55. Surenin 1-3. ayetleri de yaratma ile yol göstermeyi birarada bu-
lundurmaktadır:
"Rahman olan Allah Kuran' ı öğretti. Insan ı yarattı. Ona konuş-
mayı belletti."
70 İ LK BİLDİRME
"Gök yarıldığında
Ve Rabbine kulak verip boyun e ğdiğinde
Yer uzatılıp dümdüz edildiğinde
Ve içinde olanları dışarı atıp tamamiyle bo şaldığı nda
Ve Rabbine kulak verip boyun e ğdiğinde
Ey insan! Muhakkak sen, Rabbine do ğru çabalayıp dur-
maktasın,
Sonunda O'na varacaks ın
(O zaman) kimin kitab ı sağından verilirse
O kolay bir hesaba çekilecek
Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir
65 Kimin kitabı arkas ından verilirse
Yokolmayı isteyecek
Ve alevli ate şe girecektir".
Yalnızca, açgözlülükten sak ındırmaya benzer bir şey var; ama bun-
da da farklılıklar var. İlk sıralardaki Kur'ân ahlâk ı, tamamiyle Batı-
lıların fuzuli iş diye adlandırma temayülünde olduklar ı cömertlik,
cimrilik veya pintilikle ilgili şeylerle sınırlıdır.
a) Toplum
I. Bölümde belirtildiği üzere o zamanın eğilimi, toplumsal daya-
nışmanın zayıflaması ve ferdiyetçili ğin gelişmesine yönelikti. Bazı ba-
kımlardan kabile ve soy te şkilatı hala kuvvetliydi, ama bazı yönler-
den de ki şiler hısımlık bağlarını umursamamakta tereddüt göster-
miyorlardı. Bu, özellikle, ticari ya şamın ferdiyetçili ği geliştirdiği,
mali ve maddi çıkarların ekseriya kan bağlantısı kadar işbirliğinin
temelli olduğu Mekke'de böyleydi. Kur'ân' ın, Mekkelilerin uğraşısı
olarak gösterdi ği büyük servet birikimi, ferdiyetçili ğin bir belirtisi-
dir. "Kapkara kesilmi ş bahçe örneği" (68 / 17 v.d.) bir ticaret ortak-
lığının bir alanı tekeline alma ve daha az ba şarılı rakiplerini eleme
çabalarını göstermektedir; bahçe sahiplerinin birbirlerinin h ısımı
olduklarını gösteren hiçbir şey yoktur.
Mekke'de alabildiğine bir yoksulluğun artışı muhtemel gözükme-
mekle birlikte, son yar ım yüzyılda zenginle yoksul aras ındaki açıklık
belki de geni şlemiştir. Kur'ân, zenginle fakir aras ındaki (ya da daha
çok, zengin, orta halli ve yoksul aras ındaki dememiz gerekir) farkla
ilgili gittikçe artan bir bilinci ima etmektedir. Görünürde, zenginler,
yoksullara ve güçsüzlere kendi hısımları bile olsa daha az ilgi göste-
73 riyorlard ı. Yetimlerden söz etmeler, akraba olup, onlar ı görüp gözet-
me durumunda bulunanlarca, belki de kötü muameleye u ğradıkla-
rını ima etmektedir. Abese Suresi (80) Hz. Muhammed'i, bir an için
saptırılmış, zengin ve nüfuzluların önemli, başkalannm ise önemsiz
olduğu şeklinde geçerli ilkeye göre hareket etmi ş gibi tasvir etmek-
tedir.
Bütün bunlar, topluluk duygusunun bir çe şit kayboluşu demekti.
İnsan bir toplumsal hayvand ır ve mensup olaca ğı bir zümre bulun-
TEBLİĞİN OGUNKU DURUMLA ILGISI 81
b ) Ahlâk
Bedevi muruwah ülküsü, ticari topluluğa uygun düşmez. Başarıya
ulaştıran nitelikler, 'sava şta yiğitlik, felakete kar şı sabır, öç almada
82 İLK BİLDİRME
belki de, bu kelime, ki şinin ebedi kaderi onun hayat ının ahlaki nite-
liğine dayanır ilkesini kabul eden kimse için kullanılırdı. Bununla
birlikte, bu, Araba özgü bir anlayış değildi; Kur'an'da da gitgide and-
maz oldu, onun yerini İslam yani Allah'a teslimiyet gibi ba şka kav-
ramlar aldı. Doğruluk anlamına gelir diyerek tezekki'nin ahlaki yönü
vurgulanmış sa bile, onun kaybolu şu, köklü yerli halka ba şarılı bir
şekilde aşılanabilecek yeni kavramlar ın bulunmasında çekilen güç-
lüklere bir örnektir 126 .
c) Fikir
Hz. Muhammed'in zamanındaki Mekkelilerin kar şı karşıya kal-
dığı meselelerin zihni görünümü hiç de önemli de ğildir; ancak, tama-
miyle ihmal edilmemesi gerekir. Görünürde tutulacak iki önemli
nokta vardır.
Birinci nokta Mekkelilerin, insan ın yaratılmış olduğunu unuta-
rak insanın güdenini yüksek görmeye ba şlamalarıdır. Bedevi'nin bakış
tarzı da, insan gücünü pek de ğerli saymaktaydı, fakat bu, kadere
inanmayla bozuluyordu. Eğer İslam geleneklerini, Cahiliyye'nin ba-
kış tarzının bir belirtisini veriyor gibi alabilirsek 127, insanın kontrolü
dışında şu dört şey vardı : Rızkı, ölüm saati, bu dünyada mutluluğu
ya da mutsuzluğu ve çocuğun cinsiyeti. Bu, insanın yaşayışma içerisin-
de murâwah'yı uygulamakta özgür olduğu değişmez bir çerçeve sa ğla-
maktaydı. Böyle yapıp yapmaması, onun kısmen kendisine ve kısmen
de kendi soyaçekimine ba ğlıydı ; ancak ikincisi, pek kesin ve yukar ıda
anılan dört şey gibi değişmez değildi. O, erdemli davranmaya yard ım
edebilir ya da onu engelleyebilirdi; fakat onu kesin olarak belirleye-
7 Bununla birlikte, bedevi bak ışının tanıdığı sınırlar Mekke'-
de pek belirgin değildi. Para gücü, Arabistan' ın güvenilmez yağmu-
runun kötü etkilerini hafifletmede çok şey yapabilirdi; kıthk, ithâlâtla
giderilebilirdi; gene, bir veya iki nesil için, büyük servet sahibi olma-
nın mutlulukla e şanlamlı sayılması kolay olabilirdi. Servet eceli, ki-
şinin yaşama süresini erteleyebiliyor gibi gözükebilirdi. Böylece in-
san gücü ve yetene ğini olduğundan fazla göstermek Mekke'de hâ-
kim bir fikri varsayım olabilirdi.
Öteki ana nokta, bununla s ıkı sıkıya ilgilidir. Büyük siyasi gücü
ellerinde tutan Mekke'deki önde gelen ki şilerin muriStwah'nın göze
d) Din
İslam-öncesi Mekke'nin dini yönü, insanların kendileriyle ya-
şadıkları, yaşamanın önem ve anlamını kendilerinde buldukları şey-
lerle ilgilidir. Eski bedevi dini, yaşamanın anlamını, belki de uygula-
mada daha büyük nazariyede daha küçük ölçüde olmakla beraber
şerefte; şeref, kabilede vücut buldu ğu için de, kabilenin varlığını sür-
dürmesinde gördü. Mekke'de bu dini davran ış, ferdiyetçiliğin geliş-
mesi, bir bak ıma şeref kaydım oluşturan kamuoyunun zay ıflaması,
şerefin temeli olan mudıwah ülküsünün yetersizliği yüzünden bozul-
78 mu ştu. Mekke'de, yeni bir ülkü, şerefte üstünlük yerine servette üs-
tünlük vardı ve bu ülküyü, zenginlerin yanı sıra, bir çok kimse de
benimsemişti. Bu, bir iki nesil için birtak ım kimseleri tatmin edecek
bir ülkü ve bir din idi. Fakat uzun bir süre büyük bir toplulu ğu tat-
min eder gözükmüyor. Ki şilerin, paranın satın alamayacağı şeylerin
de bulunduğunun farkına varmaları uzun sürmez. Olsa olsa, onlar
gözlerini hastalık, ölüm, bilhassa erken ölüm gibi ho şa gitmeyen olgu-
lara kapayarak sadece varl ıklı olmada anlam ve önem bulabilirler.
Herhangi bir büyüklükteki bir toplulukta ho şa gitmeyen baz ı olgular,
mali yönden aşağılık duygularını unutmada güçlük çeken yoksullar
bir yana, birtakım zenginler üzerinde bile kendilerini kuvvetli bir şe-
kilde duyuracaklardı. Bu maddi refah ve zenginlik dininin yetersiz-
86 İLK BILDIRME
liğinden doğ an gerilimleri belki de biraz varl ıklı olan kimseler şiddetle
hissederken çok zengin olanlar pek etkilenmediler. Onlar ın düşünme
için boş zamanları vardı ve para gücünün nerelere kadar varaca ğımn
belli bir derecede bilincini ta şıyorlard ı .
İ lk surelerde Kur'ân, bu servete güvenmede Kurey ş'in yakasına
yapışan günah' görüyor ve onu kendili ğinden mahkümiyete götüren
bir şey olarak kabul ediyor. Servete güvenme, beraberinde a şırı
bir kendine güvenmeyi getiriyor ve insan ı Allah'la bağlılığını unut-
maya ve hatta inkâr etmeye götürüyor, dolay ısıyla, insana yara-
tılmış olduğunu hatırlatmak için, Kuran, gerçekten zevk ald ığı bütün
şeyleri Allah'a borçlu oldu ğunu kendisine kavratmaya çal ışıyor.
Kur'ân, Allah' ın insanı yaratmada ve ona mutlu bir ya şayışı mümkün
kılan bütün şartları vermedeki gücünden sözetmektedir ve insana da
'dönüşün O'na olduğunu' hatırlatır. Ibadet ve ş ükretmek için ö ğütler,
insanın Allah'la bağımlı olduğunu anlatmak ve bildirmek, böylece de
servete olan a şırı düşkünlüğ ü bırakmak için verilen ö ğütlerdir. Kıya-
met Günü'nün anılması , insanı n nihai kaderinin insan elinde oldu ğu
ve Allah'ın bunu insan ölçülerine göre de ğil, kendi ölçülerine göre
takdir etti ği uyarısıdır.
Bütün bu şartlar kar şısında cömertlik eylemleri üzerinde ısrarı
anlamaya çalışmalıyız. Bu gibi eylemlerin ekonomik ve sosyal etkileri
olmuştur, fakat bu kesinlikle en önemli yönü de ğildi. Bunlar murüwah
ülküsünün bir bölümünün yeniden teyit edilmesidir ki bu da önemli-
dir. Fakat ba şka şeyler de vardı. Bunlar, 'servet -ten ayırmanın pratik,
uygulamaları, güçlenmesine yard ım edecek yeni içedönük davran ışın
dışadönük ifadesi idi. Bu, ba şlangıçta bundan ba şka bir şey değildi,
ama zaman geçtikçe cömertlik davran ışları Arabul kalbinde kökle şmi ş
79 olan bir şeyle birleşti. Bunlar, atalar ı nın putları hayvan kurban-
ları ile yatıştırdıkları gibi, insanın üstün güçlere kendi kendisini
bağışlatmak, onların kızgmlıklarımn sonuçlarını savuşturmak ve ge-
lecekte onların teveccühünü kazanmak için bir bakıma bir tür kur-
ban haline geldiler. Bu görü şün ilk müslümanlar aras ında ne dere-
ceye kadar var oldu ğundan emin olmak güçtür; bilinçli olarak bulun-
ması hemen hemen uzak bir ihtimaldi. Ancak Kur'ân' ın teşvik ettiği
daha sonraki geli şmeler gözönünde tutulursa bunun olmad ığını ke-
sinlikle söyleyerneyiz. O halde, bu cömertlik davran ışları, ilk Müslü-
manların kalplerinin derinliklerinde yatan kurban sunma saikine te-
mas ettiyse, ki şinin daha yüksek güçlere bağhliğnun ileri bir ifadesi
haline gelebilirdi.
DAHA BAŞKA DÜŞÜNCELER 87
başka deyi şle, yer ve zaman alan ı ötesinde önemli bir alanın var ol-
duğu gerçeği vardır.
Kuran, zamanın güçlüklerinin, iktisadi, toplumsal ve ahlaki ze-
minlerine ra ğmen başlıca dini sebepler dayandığını ve ancak önce-
likle dini olan yollar ile giderilebileceğini tasavvur eder. Hz. Muham-
med'in çabalarının başarısına bakılırsa, O, Kuran' ın hikmetini araş-
tırıp soran cesur bir insan olmal ıdır.
onun edebi tarz ı Araba özgü idi. Her şeyden önce, O, ça ğdaş Arap ve
Mekkelinin anlayış kavramları ve düşünce biçimleri ile ilgilidir. Arap-
tan baş ka kim, Allah'ın işleri arasında önemle belirtmek için deveyi
seçerdius? Allah'ın gücünü tanımada bunun gibi başka hususiyetler
şüphesiz Arapların hoşuna giderdi. Insanlara yap ılması tavsiye edilen
cömertlik davran ışları eski bedevi ülküleriyle ayn ı doğrultudaydı.
Herkesçe bilinen bir gerçektir ki, her ıslahatçı , önce halka kendisini
onları n seviyesinde takdim etmelidir. Bu, olumsuz bir şekilde, Mekki
surelerde riba hakkında hiçbir ele ştirinin bulunmaması örneği ile
gösterilebilir. Mekke'de geli şen mali sistem güçlüklerin ana kayna ğı
ise, niçin kerygma'da ön sırada yer almıyor ? Ancak, şart cümlesinin
birinci bölümünü kabul edersek, `riba nasıl eleştirilebilirdi'? Sorusu-
nu sormakla kaçamak cevap verebiliriz. Mekkelilere herhangi bir
eleştiri nasıl anlatalabilirdi? Arap dü şüncesinde doğru ve yanlışın
soyut kavramı bulunmadığı için ribanın yanlış olduğu söylenemezdi.
En yakana olan, şerefli ve şerefsiz kavramları idi; bu da geleneksel
ahlak ülküleriyle bağlantılı idi, bunlara göre de, riban ın kendisinde
hiçbir şerefsizlik yoktu; var idiyse bile, eski şeref düşünceleri Mekke'-
de büyük bir ölçüde gücünü yitirmişti. Dolayısıyla Mekkelinin dünya
görüşünde ribayı eleştirmek için hiçbir temel yoktu. Ancak, Kuran'-
da verilen ilahi emirlere dayanan yeni bir topluluk olu şunca, bu top-
luluğun kurallarından biri olarak `Riba yasağı' konabilirdi; o zaman
bile, o başlıca Yahudilerin aleyhine yöneltilmi ştii29.
lirtilen bu kişiler, aslında Hz. Ali ile birlikte, Hz. Ömer'in ölümünde
önde gelen kimseler olarak kabul edilen ve onun tarafından halife
seçimini gerçekle ştirmek için görevlendirilen be ş kişi idi. Bu be ş kişi-
nin yirmi yıldan daha fazla bir zaman önce, Islam' ın ilk başlangıcında
Hz. Muhammed'e küçük bir topluluk olarak gelmi ş olmaları pek de
87 inanılır bir şey değildir. Adları : Affan o ğlu Osman, ez-Zübeyr b. el-
Avvam, Abdurrahman b Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Talha b. Ubey-
dullah idi. Bunlardan Abdurrahman' ın da önderi Maz`ün o ğlu Osman
olan ayrı bir grupla İslam'ı kabul ettiği rivayet edilir 133 . Taberi, daha
sonra diğer dört ki şinin (Sacid o ğlu Halid, Ebu Zer, Abese o ğlu Amr,
Zübeyr) dördüncü veya be şinci olduklarını ileri süren rivayetleri İbn
Sa`d'den aktarmaktad ır.
İlk Müslüman olma iddialarıyla ilgili böyle şüphe zeminlerinin
bulunmasına rağmen, İbn ishak'ıni34 verdiği 'İlk Müslümanlar Lis-
tesi' kabaca do ğru olarak kabul edilebilir. Bu listenin, ilk dönemde
önde görünseler de daha sonraki zamanlarda pek tan ınmayan bir-
takım kimselerin adlarını içine alması dikkate de ğer. Bunlar aras ında
o zamanlar babas ı Mekke'nin ileri gelen sermayedar ı olan Halid b.
Said b. el-As; Hz. Muhammed'in İslam'ı tebliğe başlamasmdan önce
babası bir 'din arayıcı' olan Said b. Zeyd b. Amr; ve belki de Adi
soyunun ba şı olup, altıncı Hicri yıla değin Medine'ye gitmeyen Nuaym
en-Nahhâm vard ı. Görebildiğim kadarıyla İbn Sa`d' ın, `Hz. Muham-
med'in Erkam'ın evine girmesinden önceki Müslümanlar' diye nite-
lendirdiği kimseler bu listeye alınmıştır ve İbn Sa`d'ın genellikle İslam
olmada ilk (kadim el-İslam) diye nitelendirdi ği bir kaç kişi daha
vardı . İbn İshak, Erkam'ın evini anmadığına göre, belki de de ği şik
kaynakları kullanıyordu; böylece de, liste iki farkl ı rivayet zincirinin
kabaca uzla şmasını temsil ediyor.
İlk Müslümanların yaşayışlarını incelerken Zuhri'den bir bölümü
zihinde tutmak yararl ı olacaktır135 :
"Rasulullah Aleyhisselam hem gizlice hem de aç ıkça İslam'a ça-
ğırırdı ve Allah'ın izni ile gençler ve zayıf kimseler icabet ettiler; böy-
lece O'na inananlar ço ğalınca, inanmayan Kureyşliler O'nun söyle-
diklerini ele ştirmediler. Bir arada otururlarken, önlerinden geçti ğin-
de, onlar kendisini i şaret ederler, 'i şte, Abdulmuttalib'in oğullarından
133 IS, iii. 1.286, vs.
134 IH, 162-5; Caetani tarafından Ann. i. 236 vd'de tekrar edilmi ş ve numaralan-
mıştır.
135 IS, i. 1.133.
ILK MÜSLÜMAN OLANLAR 95
gökten (bir şeyler) söyleyen genç !' derlerdi. Bu, Allah (Kuran'da)
kendisinden başka taptıkları ilahları ayıplayıncaya ve kâfir olarak
ölen babalarının helâk olduklarını anıncaya değin devam etti. On-
dan sonra, Rasulullah Aleyhisselam'dan nefret ettiler ve O'na dü şman
kesildiler."
88 Incelemenin amaçlarından biri 'Genç Adamlar' (Ahdas er-Ricâl)
ve 'Zayı f Kimseler' (Zuafâ en-Nâs) ifadelerinin kesin anlamlar ını
ortaya koymaya çal ışmak, böylece de ilk Müslümanlar ın yaşları ve
topluluktaki yerlerine özel bir ilgi göstermek olacakt ır. Bunlar iki
ayrı sınıf olarak alınmak gerekir. İbn Sa`d 'Zayıf sayılan' (Mustad`
afin) kimselerden olan birkaç ki şiden söz eder; bunlar ın küçük ve
belirli bir sınıfıl 36 oluşturdukları ima edilir. Öte yandan, Hz. Mu-
hammed'in çevresinde toplanan gençlerden baz ıları Mekke'nin en
nüfuzlu ailelerindendi ve onlara 'zay ıf' denilemezdir 7 .
2. İ lk Müslümanlar ın incelenmesi
ve Zühre gibi daha zayıf soylarla idi. Ba şta gelen ilk İslam olanlar
Osman b. Maz'un'un eski bir arkada şı Ebu Ubeyde b. el-CerrM ı ve
herhalde Ebu Bekr'in daha genç bir arkada şı olan Süheyl b. Beydü'-
dır.
`,Imir. Bu da Kureyş el-Bitâb ve Kurey ş e?-Zevâhir arasındaki
sınırda bir başka soydu. Hicret sıralarında, durumunu iyile ştirmekte
olduğu anlaşılıyor; ve Hâ şim, Nevfel ve hatta Mahzumla kar şılıklı
evlilikler gerçekle ştirebilmekte idi. Bedr'e de ğin soyun en önemli
adamı Süheyl b. Amr idi. İlk Müslümanlar listesinden soyun ilk üye-
sinin, onun karde şleri Hftib ve Selit olmas ı önemlidir. Soydan en
çok dikkati çeken Müslüman, annesi Mahzum'dan olan ibn Umm
Mektüm idi..
Esed. Esed soyu açıkça çok önemli bir yer tutmaktaydı ve büyük
iş çevrelerine katılmak için Hılf el-Fudürden eski yanda şlarmı terk-
etmişti. Zam'a b. el-Esved, Ebu'l-Bahteri, Nevfel b. Huveylid ve
Hakim b Hizkn Mekke Putatap ıcıları arasında önde gelen ki şilerdi.
Zem'a Mahzum'dan, Nevfel de Abd Şems'den evlenmi şti Ez-Zübeyr,
görünürde İslam'ı ilk kabul eden tek ki şi idi. O sırada aşağı yukarı
ancak 16 ya şında idi ve soy içinde hatta onun bir kolu olan Huveylid'-
de hiç bir nüfuzu olamazd ı. Belki de babas ı kanalıyla Hatice ile ve
anasından ötürü de Hz. Muhammedle akrabal ığı. Müslüman olma-
sını kolaylaştırmıştı. Habeşistan'a giden di ğerleri, büyük ailelerin
yaşlı üyeleriymiş gibi gözüküyor.
Nevfel. Nevfel soyunun sayıca kuvvetli olmadığı anlaşılıyor, belki
de Abd Şems'le yakın ilişkilerinden ötürü ileri gelen adamlar ı oldukça
etkiliydi. Mahzum'la birlikte çalıştılar, fakat onlara boyun e ğmediler,
çünkü bazan Esed (ve <Amir)'le birlikte kendi istedikleri yönde hare-
ket ederlerdi. İbn Sa`d'm III. ve IV. ciltlerinde amlan tek Müslüman
-ki en ilk olanlardan biri de ğildir- soyun ve kendi azatl ısımn bir ant-
laşmalısı idi.
`Abd Şems. `Abd Şems soyu Mekke'de önder olmak için Mahzüm
soyu ile çeki şmekteydi; fakat her ikisi de büyük bir ortak ç ıkar alanı-
nın farkına vardılar ve bu çeki şme de bo ş yere büyültülmüyordu.
Mahzum'dan ileri gelen birkaç ki şi öldürülmüş olduğu için, Bedr'den
sonra, Ebu Süfyan b. Harb Mekke'nin en önemli yurtta şı idi. Ne var
ki, Hz. Muhammed'in görevinin ilk günlerinde, Ebu Uhayha Said
b. el-cA- s da büyük güce 143 sahipti ve Bedr'de ölümlerine kadar Ukba
143 Krş . Lammens, Mecque, index.
100 İLK MÜSLÜMANLAR
b. Ebi Muayt ile Rabi`a'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe başta gelen ki şilerdi.
93 Bu soydan ilk Müslüman olanlar Osman b. Affan, Ebu Huzeyfe b.
Utbe b. Rabi'a, Hâlid b. Said (Ebi Uhayha) ve antla şmalı Cahş ailesi,
Ubeydullah, Abdullah ve Ebu Ahmed idiler. Ebu Huzeyfe ve Halid,
ileri gelen kimselerin oğulları idiler, fakat annelerinin sözde Kurey ş'le
zayıf bir bağlantısı olan Kin'üne kabilesinden olması, kendilerinin aile-
lerinin önemsiz üyeleri olduklar ını göstermektedir. Osman' ın yakın
ataları pek önemli kimseler de ğildi, kendisi de daha zengin ve güçlü
akrabalarına gıpta etmiş olabilir. Hicret'ten on yıl önce, Ebu Huzeyfe
ve Osman aşağı yukarı otuz yaşında idiler, -gelecekte ne olacaklar ını
gösteren bir ya şta- ama belki de göze çarpan ki şiler değıllerdi. Osman'-
ın anneannesinin Hz. Muhammed'in halas ı olması, yolu daha da açtı.
Cahş' ın ailesi, yukarıdakiler ile do ğrudan do ğruya bağlantılı değildi,
fakat Ebu Süfyan' ın babas ı Harb'in antla şmahları idiler, onların an-
nesi de Abd el-Muttalib'in k ızlarından biri idi. Bunlar ilk Müslüman
olanlardı, Habeşistan'a gittiler. Orada Ubeydullah Hristiyan oldu.
Abd Şems'in Bedr'den önce Müslüman olan di ğer antlaşmalılarından
çoğu bu aileden etkilenmi ş olabilir.
Mahzüm. Anlaşıldığı üzere, Bedr'den on-onbe ş yıl önce Mekke'-
de hâkim zümre Mahzüm idi; bunlardan Ebu Cehl diye birisi de Hz.
Muhammed'e karşı olanların başında idi. Bu soy, kalabal ık bir soydu ve
el Mugire (Ebu Cehl'in dedesi) 'den türeyenler özellikle kuvvetli idi.
Başta gelen ilk iki mühtedi Ebu Seleme ve el-Erkam el-Mugire'nin
kardeşlerinin torunları idiler; el-Erkanı genç olmakla birlikte, herhalde
ailenin başı idi, çünkü evini Müslümanlar ın karargâhı olarak açabil-
mişti. Ebu Seleme'nin Bedr'de öldürülen putatap ıcılar arasında bir
kardeşi ve Habeşıstan'da kendisine katılan iki kuzeni vardı . Bundan
başka, onların soy içinde nas ıl ayakta durduklar ını söylemek güçtür.
Üçüncü bir mühtedi Ayya ş bir kuzen ve Ebu Cehl'in üvey karde şi
(anası bir, babası ayrı kardeşi) idi; her nekadar Hicrette Medine'ye
gittiyse de Ebu Cehl Mekke'ye dönmesi için onu kand ırdı . Habeşis-
tan'a da giden ve Bedr'de sava şan Şammas, bu soyun pek tan ınmamış
ve tamamiyle ayrı bir koluna mensuptur. Ebu Huzeyfe b. el-Mugire'-
nin antlaşmalısı Ammar b. Yâsir'in de Mahzüm'a mensup oldu ğu
tahmin ed ılmektedir. Babas ı Mekke'ye yerle şmişti ve şüphesiz kendi
kabileleriyle temaslar ını yitirmişlerdi. Onun, annesinin azat edilmi ş
94 bir Grek ve dolayısıyla belki de Hristiyan olan ikinci kocas ı aracılı-
ğıyla Hristiyanhkla bir ili şiği vardı . Ailesinin samimi dindar bir aile
olduğu anlaşılıyor.
ILK NİSIXMANLARIN INCELENMES/ 101
Sehm. Sehm, daha güçlü soylardan biri idi. Hılf el-Fudûl, görü-
nürde ilk başta onlara kar şı yöneltilmi şti ve Adi, Abd Şems'e kar şı
duramaymca, yardım için onlara ba şvurmuştu144. el-As b. Vâil ve
el-Haris b. Kays b. Adi, Hz. Muhammed'in ba ş düşmanları arasmda
anılır. Bununla birlikte, Bedr'de Münebbih b. el-Hacck ve karde şi
Nubeyh'in önder olmu ş oldukları görülüyor. Adı anılan tek ilk müh-
tedi Ömer b. el-Hattab' ın bir kızı ile evli bulunan Huneys b. Huziife
b. Kays idi; onun ailesi, belki soyun daha az önemli kollar ından birine
mensuptu ve kendisi de hiç de tan ınmamış bir kişi değildi. el-Haris
b. Kays'ın oğullarının davranışı da anılmaya değer. Onların altısı
Habeşistan'a Müslüman olarak gittiler, fakat, en az ından birisi, el-
Hacck145 yeniden putatap ıcı topluluğa katıldı, Bedr'de Müslüman-
lara kar şı savaştı , esir düştü, sonra, yine İslam'ı kabul etti. el-Haris'-
in ölümünden sonra ailesinin durumunu korumakta güçlük çekti ği
tahmin edilebilir.
Cıımah. Tamamiyle Sehm kadar olmasa da bu soy da güçlü idi. Ön-
derlik ilkin başta Umeyye b. Halef daha sonralar ı da Vehb b. Umeyr
b. Vehb b. Halef olmak üzere Halef b. Vehb'in ailesinin ellerindeydi.
Osman b. Maz`fın, ilk Müslümanların en önemlilerinden biri idi,
belki de, Halef'in karde şi Habib b. Vehb ailesinin başı idi. İlk Müslü-
manlar listesindeki di ğerleri, onun karde şleri Abdullah ve Hudüme,
oğlu es-Wib ve kızkardeşinin oğulları Ma'mer b. el-Haris, Hkib ve
IJaWb (veya klattb) idiler. Kendisinden daha sonra söz etmemiz
gerekecek olan Osman, Hz. Muhammed'le kar şılaşmadan önce, tek-
tanrıcılığa ve zühde meyletmi ş gibi gözüküyor.
`Abd ed-Dar, `Abdüddar, bir zamanlar Kusayy oğullarmın başta
geleni idi ve ondan türeyenler, bayra ğı taşıma gibi birtakım imtiyaz-
ları korudular fakat şimdi, Mekke ile ilgili i şlerde pek önemli sayılmı-
yorlardı. Mus'ab (el-Hayr) b. Umeyr özellikle ilk Müslümanlardan
değildi; Halife Ömer'in babas ının bir antlaşmalısı olan Amir b Rabia
ile arkadaşlığı yardım etmiş olabilir. Bir kardeşi, bir putatapıcı olarak
Bedr'de sava şırken esir dü şmüştü.
95 Bu incelemede ö ğrenilecek bazı noktaların özetlenmesi gerekir.
Başlıca 'İlk Müslümanlar' a şağıdaki gibi üç sınıfa ayrılabilir:
1. En iyi ailelerin genç oğulları : Hâlid b. Saqd, bu sınıfın en
önde gelen temsilcisidir; fakat ba şka birkaç kişi daha var. Bunlar, en
144 Azraqi, 472.
145 Krş. Ekbilgi H, aşağıda,
102 İLK MÜSLÜMANLAR
146 iii.1.177.12; krş . IH, 260-KhabbW), Ammar, Abu Fukayhah, Yagir, Suhayb.
147 ShabCıb al-Quraysh, Cairo, 1947.
148 IH, 143 vd.
149 Krş . yine Ekbilgi B ve C.
104 ILK MÜSLÜMANLAR
a) Urve'nin Mektubu
et-Taberi, her yönüyle do ğru olduğu görüntüsünü veren, erken
tarihlerde yazılmış bir belgenin suretini kitabına almıştır155 . Dolayı-
sıyla bunun bir çevirisiyle ba şlamak iyi olur:
'Hişam İbn Urve, babası Abd el-Melik b. Mervan'a
685 / 65 - 705 / 86) Urve'nin şu mektubu yazdığını bize rivayet eder:
...Tanrı, hidayet, ve nurdan ibaret olan Kuran ayetlerini indirerek
onu elçisi diye gönderir. O, ilk önce dine davet etti ği vakit, kavminden
uzaklaşma& Onların put ve ilahlarını (tavüğıt) ayıplayıncaya kadar
bu hal devam etti. Az kalsın kavnıi onun sözlerini dinleyeceklerdi.
Bu sırada Kurey ş'ten bazı kimseler Taif'ten geldiler. Onlar, kendileri
ile birlikte mal ve para getirmi şlerdi. Taif'ten gelen bu zatlar, Tanr ı
Elçisinin davetini reddettiler; O'na kar şı şiddet gösterdiler. Tanr ı
Elçisinin sözlerini nefretle kar şıladılar. Kendilerine itaat edenleri
Tanrı Elçisinin aleyhinde harekete geçmeye isteklendirdiler. Onlar ın
propagandas ı tesiriyle bütün halk, Tanrı Elçisine karşı cephe aldı.
Ancak Tanrı tarafından korunanlar, bu harekete kat ılmadılar, fakat
onların sayısı azdı. Tanrı Elçisi, Tanrı'nın takdir ve tayin etti ği müd-
det bu halinde yaşadı. Bundan sonra Kureyş'in ileri gelenleri İslami-
yet'i kabul etmi ş olan oğul ve kardeşlerini ve kendi soylarından olan-
155 Tab. Ann. 1180 vd; krş . Caetani, Ann. i , s. 267 vd.
108 MUHALEFETIN BÜYÜMESI
en basit ve muhtemel bir izah tarz ıdır. Taifli Kurey ş'i söz konusu
etmesi Urve'nin, Kuran'dan ayr ı olarak iyi bir bilgi kaynağına sahip
olduğunu gösterir gibidir. Dolayısıyla, birinci noktayı geçici olarak
kabul edelim.
Böyle bile olsa, ayetlerin siyasi içerikleri ilgi çekicidir. Hz. Mu-
hammed, Medine'de. Taif ve çevredeki kabileler aras ında taraftar
kazanma istedi ği için mi onları gerçek olarak kab ı ! etti? Yoksa,
çok sayıda destekcilere sahip olmak suretiyle, kendisine kar şı olan
Kureyş önde gelenlerinin nüfuzunu dengelemeye mi çal ışıyordu?
Er azından bu tap ı nakların anılması, onun ufkunun geni şlemekte
olduğuna bir i şarettir.
105 Yukarıda Ebu'l'Aliye'den nakledilen hadis, Kurey ş 'in, Hz. Mu-
hammed'e, ilâhelerini anmas ı şartıyla, kendisini içlerine kabul
edeceklerine dair bir teklifte bulunduklar ını göstermektedir. Buna
benzer başka hadisler de vard ır. Bazan Ona servet, iyi bir evlilik ve
önemli bir mevki teklif edilmi ş olduğu söylenmektedir; bazan da
teklif Kureyş ileri gelenlerinin kendisiyle birlikte ticaret yap ıp bir-
likte ibadette bulunacaklar ı şeklinde daha genel anlamda idi ı64 .
Lakh olarak şüphe götürecek ayr ıntılarla ilgili mesele bir yana, bu
hikayelerin büyük bir k ı smının bu dönemde Hz. Muhammed'in
önemini büyültmek için eli' zenienen uydurmalar olup c lmad ığı me-
selesi vardır. O, daha o zaman, Mekr e'nin ileri gelenlerince hemen
hemen eşit bir muamele görecek kadar önemli mi idi? Genellikle, Hz.
Muhammed'in hikâyelerde anlat ılan mevkiinin görünümü, her halde
doğruya yakındı r. Unutmamal ıyız ki, belki de, bir süre kendisine
uyan daha sonralar ı kopan kimselerin torunlar ı bu gibi şeyleri ha-
tırlamak istemedikleri için Hz. Muhammed'in geree ı, başarısını kil-
çültme temayülünü göstermi şlerdir. varyant ına göre,
Mekke ileri gelenlerinden hiçbiri kendisine katılmasa da, Hz. Mu-
hammed, Mekke'ye gelen ziyaretçiler aras ı nda tanınmış bir kişi
idi; bu, yalnız bir uydurma olsaydı, bu tezat böyle aç ıklıkla ifade edi-
lemezdi. Öyleyse Kurey ş'in ileri gelenlerinin Hz. Muhammed'e
bir teklifte bulunduğunu farzedelim, O, birtak ım dünyevi menfaat-
lar elde edecek, kar şılığında da onların ilahlarını bir bakıma tanı-
yacaktı. Kuran, şimdi göreceğimiz üzere, bunu destekliyor. Ayr ın-
tılar hakk ında emin olamayız. Şeytan.i ayetlerin okunmas ı şüphesiz
bu pazarlıkla bağlantılı olmak gerekir.
A Mili demek değildi. Fakat Allöh veya el Löh, daha sonraları he-
-
men hemen tamamiyle Allah anlam ında kullanı ldığı için, bu ifade,
bunların kabaca Allah'la e şdeğerde varl ıklar oldukları anlam ında
yorumlanabilir; bu da, Tektanr ıcılıkla bağdaştırılamaz.
Hz. Muhammed'in Mekke ileri gelenlerinden uzakla şıp ayrıl-
masının şeytani ayetlerin neshedilmesi (ve onlar ın kendisine yap-
tıkları teklifi reddetmesi) ile ilgili oldu ğu görüşü, yukarıda belirti-
len Urve'nin mektubundaki notlardan ikincisiyle, yani Taif'teki baz ı
zengin Kureyşlilerin Hz. Muhammed'e kar şı koymada fiili bir şekilde
öncülük edi şleriyle uyum halindedir. Bu olgunun de ğişik şekillerde
açıklanmas ı da mümkündür; ancak pek muhtemeldir ki, bunlar, Ku-
reyş'in Taif'teki ticarete özellikle ilgi duyan ve Mekke kapitalizminin
yörünge merkezine bağlı ticari faaliyeti getiren baz ı ileri gelen kim-
seleri idi. el-Lat tap ınağının tanınmasına son vermek bir bak ıma on-
107 ların ticari giri şimlerini tehdit etmi ş ve Hz. Muhammed'e kar şı kız-
gmliklarmi arttırmıştır.
Urve'nin mektubundaki, "Tanr ıçaların anılması"nı n, Hz. Mu-
hammed'in Kurey ş ileri gelenleriyle ili şkisinde önemli bir dönemi i şa-
ret etti ği görüş ü, Kurân tarafından da doğrulanm ıştır. Üzerinde dur-
duğumuz olaylarla genellikle ilgili sayılan iki sure, Hz. Muham-
med'in neredeyse kap ılıverece ği bir ayartmadan sözeder. Bunlar ın
birinde (17 / 75-77) ayartman ın şekli belirtilmemiştir; ötekisinde
(39 / 64-66) o kesinlikle Allah'a ortak ko şmak şeklinde belirtilmek-
tedir. Bu sureler ayn ı zamanda ifade etmektedir ki, uyu şmada feda-
karlık, Hz. Muhammed için, o günle ilgili olduğu kadar gelecek bakı-
mından da ciddi sonuçlar do ğuracakt ı. Bu sureler, belki de ilk Medeni
surelerdirI 66 ; fakat, vahy tarihleri ne olursa olsun, bunlar ın şeytani
ayetler ve neshleri ile ilgili olduğunu inkâr için hiçbir kuvvetli delil
yoktur. Başka bir ayet de (6 / 137) bu hadiselerle ilgili görülebilir;
bu ayet, onların (Putatapanların) görünürde Allah' ı tammalarına
rağmen, fiilen onun putlar kadar bile tan ınmadığını anlatır. Bu Hz.
Muhammed'e uyu şmada fedakarl ık etmenin bir i şe yaramayaca ğım
göstermi ş olabilecek bir hadisedir.
Kâfirun Suresi (109), geleneklere göre Hz. Muhammed'e uyu şma
teklif edildi ğ inde cevap olarak vermesi için söylenen ayetlerdir: "De
ki: Ey inkârcılar, ben sizin taptıklarmıza tapmam, benim taptığıma
da sizler tapmazs ınız... Sizin dininiz size, Benim dinim Banad ır."
166 Beli, Translation of Q.
MUHALEFETIN BA ŞLANGICI 115
çiler aras ı nda dikkatli bir ayrım yapılmıştır; hizmetçiler emirleri ye-
rine getirir ve arac ılık etmezler. 172 Böylece Benat kelimesinin putlarm
kabaca Allah'la kar şılaştırılabilir oldukları anlamına geldiği veya ge-
lebileceği hissedilmiş gibi gözükmektedir. Bu da şeytani ayetler nes-
hedildiğinde, en başta inkâr edilen bir şeydir. Di ğer noktalar, yu-
karıda anılmayan birtak ım çeşitli iddialarla birlikte belki de sonralar ı
eklenmiştir."3
Böylece Kuran, hadislerden ö ğrendiklerimize uymaktad ır. Ku-
reyş'in başlarının kendisini ciddiye almalar ı için Hz. Muhammed,
yeteri kadar ba şarı göstermiş olmalı. Komşu tapınaklarda yap ılan
ibadetleri biraz olsun tan ıması için kendisine baskı yapılmıştı. Hem
teklif edilen maddi yararlar bak ımından hem de görevini hızlı bir şe-
1 09 kilde ba şarıyla sonuçlandıracakm ış gibi gözükdüğü için, ilkin böyle
yapmaya mütemayildi. Ancak, sonunda, inand ığı ilahi rehberlik dola-
yısıyla bunun tehlikeli bir anlaşma olduğunu farketti ve kendi gördü ğü
hakikati takip için kendisiyle ilgili harici şartları iyileştirme imkânın-
dan vazgeçti. Çoktanr ıcılığın reddi kesin ifadelerle belirlendi ve gele-
cek bir anla şma kapısı kapand ı .
Batılılar, genellikle Müslümanlar ın dinle siyaseti istenmeyen bir
şekilde karıştırdıkları düşüncesindedirler (şüphesiz bu sadece Müslü-
manlara mahsus de ğildir; doğulu Hristiyanlar ve ba şkaları da aynı şeyi
yapmaktad ır). Bununla birlikte, belki hakikat şudur ki, Müslümanlar
siyasi meselelerin dini içeriklerini Bat ılılardan daha aç ık bir şekilde
görmektedir. Hz. Muhammed, Mekke'deki sosyal ve siyasi ve dini
şartlarla ilgilenmekteydi; fakat dini yönü temel olarak ele ald ı. Ancak
O hergünkü meselelerle uğraştığı için, dini kararlarının siyasi içerikleri
vardı. Kureyş ileri gelenlerinin teklifleri hakkında anlatılanlar doğru
ise, Hz. Muhammed kendi kararlar ını ve özellikle şeytani ayetler ile
nesheden ayetleri ilan edi şinin siyasi yönlerinin fark ında olmu ş olma-
lıdır. Gene, Kâfirün suresini tekrar edip sonuç olarak anla şmayı red-
dettiğinde, onlar kendi görevinin geçerlili ğini kabul etmedikçe Kurey ş'
le hiçbir barış yapılamayacağının da farkında olmalıydı. Dahası, hik-
metin nüfuzu hakk ındaki Arap düşüncesine göre, onu bir peygamber
ve dolayısıyla önde gelen siyasi bir şahsiyet olarak kabul etmek anla 7
ına gelmekteydi; ne var ki Hz. Muhammed, belki bütün bunlar ınm
172 21.26-28; 7.193-4; 19.91-95.
173 21.52-71-İbrahim'in hilesi; 6.74, 80-82- İbrahim ve babası ; 18.48-49- Cinin
insana düşmanlığı ; 28.81-73- gece ve gündüz hakk ında tart ışma; 34.26- ilahlar göstermek
için meydan okuma.
HABE.ŞISTAN OLAYI 117
farkında bile değildi. Şüplıesiz o, kendisinin sadece bir uyar ıcı olduğu
Kuran görü şünü kabul etmekteydi; ve dini fonksiyondan ötede bir
şey aramamıştı. Ancak bu şartlarda, yani, yönetimi yüklenmek için
liyakat ve ehliyeti olu şturan şeyler hakkındaki Arap düşüncesi göz
önüne alınınca, Peygamberlikle siyasi liderli ğin biribirinden ayrı ol-
ması devam ettrilemezdi. Herhangi bir dünyevi lider, bir siyaseti,
eğer ona Allah'ın kelamı ya da sadece O'nun peYgamberinin sözü
dahi aykırı ise, nasıl yürütebilecekti? ilâhelerin anılması, böylece
Kureyş'in fiili karşı koyuşunun tam bir ba şlangıcı idi ve tamamiyle
dini gibi gözüken Kâfirfin suresi, Hz. Muhammed'e Mekke'nin fet-
hini zorunlu kıldı.
2. Habeşistan Olay ı
Yukarıda nakledilen Urve'nin mektubundaki olaylar ı n nisbi
tarihlendirilmesine güvenilirse; o zaman, hicret ya da Habe şistan'a
110 göç, Kâfiriin Suresinin nâsih âyetlerle birlikte aç ıkça okunmasından
sonra olmu ştur. Bu sıra, genel hatlarıyla bahsedece ğimiz, Habe şistan
macerası hakkındaki sonuçlara iyice uymaktad ır.
a) Hadislerle Anlatım
İbn Hişam'ın174 verdiği anlatım şöyledir:
"İbn İshak dedi: Rasulullah Aleyhisselam sahabilerinin çekti ği
eziyeti -ki, Allah' ın inayetiyle ve amcas ı Ebu Talib'den ötürü kendi-
sine dokunulmazdı- ve kendisinin onlar ı bu eziyetlerden koruyama-
dığını görünce, onlara dedi: Niçin Habe şistan'a gitmiyorsunuz? Ora-
da, yönetimindeki hiç kimsenin haks ızlığa uğramadığı bir kral var;
orası bir doğruluk ülkesidir; Allah bugünkü durumdan sizi kurtar ın-
caya kadar (orada kal ırsınız). Bunun üzerine Müslümanlar, Rasu-
lullah'ın arkada şları , sorguya çekilmek ve eziyet görmek korkusundan
ötürü dinleriyle Allah'a sığınmak için Habeşistan yoluna koyuldular.
Bu İslam'daki ilk hicret idi. İlk yola koyulan Müslümanlar ... (on
erkek ve onlara ba ğlı olanlar s ıralanıyor).
Bu on, kaynaklarımıza göre Habe şistan yoluna koyulan Müslü-
manların ilki idi. İbn Hişam dedi: Bir âlimin bana söyledi ğine göre,
başlarında Osman b. Maz'un vardı . İbn İshak dedi: O zaman Cafer
b. Ebi Talib yola koyuldu ve Müslümanlar onun ard ı sıra gittiler ve
174 208 vd.
118 MUHALEFETIN BÜYÜMESI
Habeş istan'da bir araya geldiler. Baz ıları, aileleriyle bazıları da tek
başlarına gitmi ş lerdi... (Daha sonra, birinci listedekileri de içine alan
83 yetişkin erkeğ in isimleri verilmektedir)"
175 Ann. i, s. 262-72; krş . Buhl, Nöldeke-Festschrift, Giessen, 1906, i. 13-22 de.
176 Tab. 1184
177 IS, iv.1.73.14.
HABEŞİSTAN OLAYI 119
c) Hicreein Sebepleri
Yukarıdaki düşünceler do ğru bile olsalar, bizim Habe şistan ola-
yını anlamamızı büyük ölçüde ileri götürmez; çünkü o, standard
113 müslüman anlatımlarının belirtti ği kadar basit değildir. Bu, 'Ne için
birçok Müslüman Habeşistan'a göç etti?' Sorusuna cevap vermeye
çalışı rken açıklığa kavuşacaktır.
Verilebilecek ilk cevap şudur ki, onlar Mekke'de kar şılaştıkları
güçlükler ve eziyetlerden kaç ınmak için Habeşistan'a gittiler. Bu, Urve'
nun mektubunda ve İbn İshak'ın rivayetinde ima edilmiştir; fakat
orada Hz. Muhammed te şvik etmiş gösterilmektedir; Islam' ın bu ilk
değerli kişilerinin başlıca eziyet çekme korkusundan gönderildiklerini
ileri sürmek güçtür. Bu cevab ı desteklemek için İbn İshak'ın listesin-
deki Habeşistan'a gitmeyen ilk Müslümanlar, iki istisna ile, Ha şim-
oğullarma, el-Muttalib, Zühre, Teym ve Adi'ye ya tam üye ya da
antlaşmah olarak bağlı idiler. Bunlar Esed'in yerine geçen Adi ile
Hılf el-Fudul oymaklarıdır; ve görünürde büyük mali gücü olan Abd
Şems ve Mahzum'un etrafındaki gruplara kar şı olanları teşkil eden on-
lard1. 181 Hz. Muhammed'in önde gelen muhalifleri Mahzum ve Abd
Şems topluluklarmdand ı ve onlar kendisini izleyenlere kabilenin için-
den, hatta aile içinde olu şturdukları baskı ile eziyet ediyorlard ı . Bu-
nunla birlikte, Zühre, Teym ve diğerlerinden oluşan karşı gruptakilerin
Hz. Muhammed'i izleyenlere eziyet etmek için ayn ı isteği taşımadık-
ları-söylenebilir-. Çünkü Hz. Peygamber kendilerinin de sevmedi ği
büyük mali güce öncelikle hücum ediyordu. Ve dolay ısıyla bu kabi-
lelerin Müslüman üyeleri Habe şistan'a sığınmak için aynı ihtiyacı
180 Bukhari, 64.38 (iii.128 vd.); ter.iii.165.
181 Krş. 1.2(a) yukar ıda.
HABEŞİSTAN OLAYI 123
3. Muhalefetin Manevralar ı
İbn Hişam ve et-Taberi'de verilen, Mekke döneminin geri kalan
kısmıyla ilgili ayrıntılar az olmakla birlikte, Hz. Muhamnıed'e muha-
MUHALEFETIN MANEVRALARI 125
a) Müslümanlara eziyet
İbn İshak'ın188 Ebu Cehl'i aşağıdaki şekilde vasıflandırması
abartmalardan uzak görünmektedir.
"Kureyşlileri onlara (Müslümanlara) kar şı kışkırtan aşağılık
Ebu Cehl'di. Güçlü arkada şları olan, zengin bir aileden gelen bir kim-
senin Müslüman olduğunu duyunca, onu kuvvetli bir şekilde eleştirir
ve ayıplardı. 'Sen babanın dinini bıraktm', 'O senden daha iyi bir ki şi
olmasına rağmen; senin basiretini ahmaklık, muhal emeni temelsiz
gibi gösterir, şerefini de alçaltırız' derdi. Eğer o tüccar ise, 'Allah'a
yemin ederim ki senin mallar ının satılmamasını ve iflas etmeni sağ-
layacağız.' derdi. O ki şi toplulukta etkisiz birisi ise, onu döver ve halk ı
da ona kar şı kışkırtırdı."
118 Böylece, Ebu Cehl'in Müslümanlara eziyetinin, etkili ki şilere
sözlü saldırıdan, biraz zayıf olanlara ekonomik bask ıdan ve hiç etkili
desteği olmayan kimselere de fiziki eziyetten daha şiddetli olduğu ileri
sürülmemektedir. Kurey ş oğullarımn çoğu kabileden veya antlaşmalı-
lardan birine kötü davranan bir kimseye çetin güçlükler ç ıkaracak
kadar kuvvetli olduklarından, fiziki şiddete maruz kalanlar çok azd ı
ve bunlar da belli hiç kabile ili şiği olmayan (Habbab b. el-Erat gibi)
kişiler ve kölelerden olu şmaktaydı. Kabilenin şerefini alçaltsa bile,
antlaşmalılar ve kabile üyelerine resmen sahip ç ıkılmayabiliyor-
du. Bu, Ebu Bekr'in ba şına gelmiş gibi gözüküyor, çünkü onun
İbn ed-Dughunne 189 'nin himayesini kabul ettiğini görüyoruz ve aynı
zamanda Talha ile kendisinin biribirine ba ğlı olduklarını işitmekteyiz.
Ne olursa olsun, kabilesi Teym güçlü bir kabile de ğildi. Hz. Muham-
med'in kendisi de Taif'i ziyaret etti ği zaman kabile himayesinden
yoksundu; çünkü orada, iyi bir şekilde karşılannıamıştı ; Mekke'ye
yeniden giri şinden önce de, diğer kabilelerin üyelerinden himaye is-
tedi. Kaynaklarda Müslümanlar ın maruz kaldığı ayartma ve yargı
lama (fitneh, yeftinti)dan söz edildiği zaman, Ebu Cehl'inkine benzer
eylemlerin gözönünde tutuldu ğu şüphesizdir. Bununla birlikte bu a ğır
188 IH, 206 vd.
189 IH, 245 vd.
126 MUHALEFETIN BUYUMESI
b) Hâşimoğullarma Baskı
Topluluğun güçlü üyelerinin karşı koymasına rağmen, Hz. Mu-
hammed'in Mekke'de 622 tarihine kadar İslam'a çağırmaya devam
etmesini mümkün kılan, biraz önce aç ıkladığımız güvenlik sistemi
idi. Bu sıralarda Hâ şimoğullarmın başı, Müslüman olmamakla bir-
likte Hz. Muhammed'i bir kabile üyesi olmas ından ötürü, tamamiyle
himaye etmeye haz ır olan amcası Ebu Talib idi. Öyle gözüküyor ki
Ebu Cehil'in önderliğinde Kureyş'in ileri gelenleri, Hz. Muhammed-
in yeni dinini yaymasım durdurması veya kendisinden himayesini
120 çekmesi için defalarca Ebu Talib'e ba şvurdular. Fakat Ebu Talib,
bu iki şeyi de yapmayı reddetti ve benimsedi ği yolda kabilenin deste-
ğini sağladı. 197 (daha önce el-Muttalib o ğulları, birçok sebepler yü-
zünden Hâşimoğullarma katıldılar ve sanki bir kabile imi ş gibi hare-
ket ettiler.)
Kabile şerefini yüceltmek, asl ında, Ebu Talib'in bu şekilde hare-
ket etmesi için yeterli bir sebep olabilir; fakat, belki de bu meselede
daha başka sebepler de vard ı. Ha şimoğullarmı n daha önceki on yıl-
larda gücünü yitirmekte gibi oldu ğuna yukarıda i şaret edilmi şti. Bu
safhada en genç adamlar ından birini terketmek, ciddi bir güç kayb ı
olurdu ve bu zımni zayıflık itirafı da onların durumunu daha çok za-
yıflatacaktı. Bununla birlikte, Hz. Muhammed ve soyun şerefi mese-
lesi yan ı sıra, belki de ekonomik siyaset meselesi de i şin içindeydi.
4. Kur"an' ın Tanıklığı
Müslümanlara yap ılan baskı, yumuşaktı ve gelenekçe tamamiyle
yasaklanmış hiçbir fiili içermemekteydi. Kur'ân, Caetani'nin fark ına
vardığı gibi203 , ilk tarihçilerin tenkidi ara ştırmasından elde edilen
bu izlenimi doğrulamakta gibidir. Kur'ân' ın sık sık Hz. Muhammed'in
muhalifleri hakkındaki atıflan, çoğunlukla, onlann kendisini ve teb-
liğini sözlü eleştirmeleriyle ilgilidir. Görece ğimiz gibi Hz. Muham-
med'e ve Müslümanlara kar şı kötü niyetler ve tasar ılar zikredilmek-
tedir. Fakat gerçekten eziyet denilebilecek hemen hemen hiçbir şey
yoktur. Sözlü ele ştirmeler şeytani ayetler meselesinden çok önce ba ş-
lamış olabilir; onlar şüphesiz, Kur'ân'in, putlardan sözedildi ği ve Al-
lah'ın hiç çocuğunun olmadığı belirtilen bölümlerinden öncekine ait
gibi gözüküyor.
204 37.13-17 C; krş . 79.10D; 75.3 vd.C; 56.46-48 ED; 44.34 vd.C; 50.2 vd.D;
19.67 C; 23.37-39E; 23.84 vd.EF; 17.52-54 CE; 17.100 E ?; 27.69 C ?; 32.9 C.
132 MUHALEFETIN BÜYÜMESI
219 37.35 C.
220 81.15-27 B; 53.1-18 B.
221 25.5 vd.E; 32.2. E; 16.103-5 ED.
222 Bell. Traslation of Q.
223 Krş. Sale ve Wherry 16.105 hakk ında.
224 74.24 B?; 21.3 E; 38.3 C; vs.
KUR'AN'IN TANIKLI ĞI 137
"Şöyle dediler:
'Bize yerden kaynaklar fışkırtmadıkça
sana inanmayacağız;
Veya hurmahklarm, bağların olup,
aralarında ırmaklar akıtmalısın
Ya da iddia etti ğin gibi
göğü tepemize parça parça dü şürmeli,
225 43.30 E.
226 25.43 DE.
227 11.65 C.
228 11.89 C?.
229 11.93 C-E -I-
230 26.111 C-E; 23.49 E; vs.
138 MUHALEFETIN BUYIIMESI
2. TWif'i Ziyaret
Taif, önemli farkları bulunmakla birlikte, bazı bakımlardan, Mek-
ke'nin küçük bir kopyas ı idi. Taif, özellikle Yemen'le yakın ili şkileri
olan bir ticaret merkezi idi. Taif'te oturan Sakif kabilesi, ço ğu zaman
Kureyş'le iş birliği halinde uzak mesafelerde ticaretle u ğraşmaktay-
dılar. Aynı zamanda Taif'in Mekke'den daha iyi bir iklimi vard ı ve
çevre bölgenin baz ı kısımları çok verimli idi. Bölge, kuru üzümleriy-
le tanınmıştı ve Taif'in ayırdedici özelliklerinden birisi de di ğer Arap-
ların hurma ve sütle yetinmelerine ra ğmen Sakiflilerin tahıl da yiyerek
yaşamalarıdır. Mekkeli zenginlerin çoğunun Taif'te arazileri vard ı ve
HZ. MUHAMMED'İN DURUMUNUN KÖTCyE GITMESI 147
260 Krş . Caetani, Ann. i s. 383; Torrey, Jewish Foundation, bölüm. 1; D.G. Mor-
,
leri ile uğraşırken bu ilke yeterlidir, fakat bir vahan ın dar sınırları
içinde ho ş olmayan bir duruma götürebilir.
Çöldeki topluluk örgütlenmesi ilkeleri Yesrib'de de sürdürül-
143 mekteydi. Her oymak kendi üyelerinin yaşamasmdan sorumlu idi,
yani, cana kar şı can alıyor ya da diyet262 için anlaşıyordu. Kişi malını
mülkünü, (bir dereceye kadar, en az ından) hayatı ile koruduğu için
kabile dayanışması mal emniyetini gerçekten teminat alt ına almak-
taydı . Fakat çölde mesafe faktörünün olmad ığı yerlerde, bu güvenliği
güç üzerinde kurmak -zümrenin silahl ı gücü- tehlikelidir. Bir yerle şik
topluluk hasım kişi ve zümreler aras ında barışı sağlamak için bir tek
üstün otoriteyi gerekli k ılar; bu da göçebe dü şüncesinin ve -uçaklar
ve motorlu askeri vas ıtalar bir yana- çöl ya şamının fiziki imkanları
dışındadır.
Mekke'de ticari menfaatler de ğişik zümreleri bir araya getirmeye
yönelmekte ve bir çe şit Kureyş birliğini teşvik etmekteydi (yoksullann
dertleri hernekadar bir bölücü ayk ırı etkiye sahip olsa da). Nüfusu
daha az mütecanis olan Medine'de buna benzer bir faktör yoktu.
Bir küçük aile toplulu ğu ziraat için yeterli bir birimdi. Öbür yandan,
belki, Mekke'nin ticaret çevresindekinden daha az bir ferdiyetçilik
vardı ; çünkü Arabistan şartlarında ziraat, ticaretin sa ğladığı gibi böyle
büyük zenginlik farkhl ıklarma fırsat vermiyordu.
İbn Sa'd'ın biyografisinde, Bedr'de Müslümanlar taraf ında sa-
vaşanlar sıralamrken Kurey ş onbeş oymak, Evs ve Hazrec de otuzüç
oymak olarak zikredilmektedir, bu da belki, zirai şartların parçalan-
mayı teşvik ettiğini göstermeye bir delil olarak kullan ılabilir. Medi-
ne'deki kabilelerin alt bölümlerinin çoklu ğu, soybilginlerinin kolayı-
na gitmesinden ötürü olabilir; çünkü onlar, Kurey ş'inkinden çok
daha fazla idi. Ya da gene o, bir bak ıma Medine'deki anaerkillik izle-
rinin devamlılığı veya Bedr ensarı ile onların müşterek atalar ı arasın-
daki birçok nesillerle bağlantılı olabilir.
Bununla birlikte, bu delilin geçerlili ği bir yana, Medine çok bö-
lünmüştü; ve birliğin yokluğu, bunun yolaçtığı intihara benzer savaş-
la birlikte, Mekke'deki muhalefetin kökünde bulunan şeyin -Hz.
Muhammed'in peygamber olarak durumu ve bunun siyasi içerikleri-
Medinelilere bir barış ürnidi veren şeyle aynı olduğu anlamına gel-
mekteydi. Bu düşünce şu ayette bulunabilir:
145 ilk belirli muhtediler belki de 620'de Hz. Muhammed'e gelen Hazrec'
den altı kişi idi. 621 Hacet sırasında bu altı kişiden beşi, içlerinde
Evs'den de iki ki şi bulunan başka yedi kişiyi de getirerek döndüler.
Bu oniki kişinin çeşitli günahlardan sakınmak ve Hz. Muhammed'e
itaat etmek için söz verdikleri söylenmektedir. Bu, Kad ınların Biatı266
(bey'at en niscl) olarak bilinir. Hz. Muhammed, onlarla birlikte Kur'
-
5. Hicret
Medineliler Hz. Muhammed'i desteklemeye söz verince (biat)
tasarısını gerçekleştirmek için zaman kaybetmedi. Biat gizli tutul-
maktaydı ve açık faaliyetleri muhaliflerine birtak ım ipuçları vermeden
önce, Hz. Muhammed'in mümkün olduğu kadar bir şeyler yapması
gerekiyordu. Dolayısıyla Mekke'deki sahabilerine Mekke'den ayr ı-
lıp Medine'ye gitmelerini söyledi. İbn İshak'ın rivayeti275 açıkça
göstermektedir ki, kendisini ve onlar ı harekete geçiren şey, Medine'-
deki hareketin parlak gelece ği idi. Urve'nin, eziyetten kaçmak için
gittikleri, şeklindeki ifadesi, yanlış bir önemsemedir; Ebu Seleme 276'
nin durumu ve Hz. Muhammed'in kendisine ve Ebu Bekr'e yönelti-
274 Studi, iii. 27-36.
275 IH, 314.6 vd.
276 IH, 314 vd.
158 GENIŞLEYEN UFUKLAR
6. Mekke Ba şarısı
Hz. Muhammed'in mesle ğinin Mekke dönemindeki büyük ba-
şarısı, yeni bir dinin, sonunda İslam diye bilinen bir dinin kuruluşu
152 idi. Hicret'e de ğin, Islam'ın anahatlarıyla tamamlanmi ş olduğu söy-
lenebilir; ancak, kurumlar ının çoğu henüz iyice geli şmemiş bir du-
rumdaydı. Resmi dualar ya da ibâdet, tamamiyle te şekkül edememiş-
ti, şu var ki, şüphesiz buna benzer bir şey başlamıştı. Öte yandan
gece namazları rağbet görüyor gibiydi 282 . 'Islam'ın diğer şartları'
-oruç, zekat, şehadet ve Hac- henüz tamamiyle geli şmiş değildi. An-
cak temel kavramlar ın hepsi -Allah, K ıyamet Günü, Cennet, Ce-
hennem, Allah' ın peygamberler göndermesi- önem kazanm ıştı.
Bazı bilginler, İslam'ı 'kabul edenlerin' çoğunluğunun samimi-
yetini şüphe ile kar şıladılar ve çoğu zaman ki şilerin temelde maddi
saiklerden ötürü hareket ettiklerini ileri sürme e ğilimini gösterdiler.
Bu, dogmatik olunmaması daha iyi olan bir noktadır; çünkü İslami
düşünceler Batıninkinden oldukça farkl ıdır. Batıda anlaşıldığı şekil-
de bir din değiştirme ve samimi dindarl ığın az olduğu belki de do ğ-
rudur; ama bu, Bat ılı anlayışların yakındoğudaki dinin tezahürlerine
tamamiyle uygun olmad ığı içindir. Yak ındoğu ölçülerine göre, bu
ihtidalar ve dindarlık belki de samimi idi; imam açıkça belirtmek
belki, o zamanın Arabına bugünün Batıhsına ifade etti ğinden çok
daha fazla bir şey ifade ediyordu. Maddi saikler, dini saikleri d ışarıda
bırakmayacak, ama birbirlerini tamamlayacaklard ı. Şüphesiz, dini
düşünceler, insanların, içinde bulundukları durum ve faaliyetlerinin
amaçlarının tamamiyle fark ına varmaları için gerekliydi. Dini düşü-
nüşte siyasi, toplumsal ve iktisadi tezahürü olan bir hareket kendi
kendinin farkına vardı . Bu çoğu zaman, belki de her zaman, Yak ın
Doğu'da do ğru olmakla birlikte, Çağdaş Batı'nın tuhaf buldu ğu bir
282 Krş. Q. 73 ve tefsirler.
MEKKE BAŞARISI 161
154 HABEŞLİLER
"Bir kabile de ğil de bir insan takımı veya topluluğu" (Lane) anlamına
gelen uhUış ya da uhbaşeh'nin bir çoğulu olabilir. Habe ş'ten türemi ş
bile olsa, bu kimselerin zaruri olarak zenci olduklar ı anlamına gel-
mez; onlar erkek tarafından saf arap, kad ın tarafından da oldukça
zenci kat ığı ile de esmer renkli olabilirler. Böylece Ahâbi ş'in Habe-
şistanh köleler olduklarını söylemek için gerekli hiç bir sebep yoktur
ve böyle bir görüşü imkansız saymak için de çok sebep vard ır.
2. Ahâbiş, görünürde kabilevi olarak te şkilatlanmıştı ; seyyid,
herkesin bir kabile ba şkanı için kullandığı unvandı298 . Ancak, kul-
lanılan bazı ifadeler onların gelişigüzel bir kabile topluluğu olmadı-
ğını gösterir; sözgeli şi, 'onların ahâbişi' ifadesi299 . Bu, Lane'in uhbaş
için verdiği anlama uymaktad ır. Bu, böyle ise, ahâbi ş, A alıntısında
ad ı geçen kabilelerin antla şmalıları olan geniş ölçüde kabilesiz insan-
lardan oluşmuş olabilir. Onlar, belki de ba ğlı bulundukları ailelerle
birlikte savaşan Kureyş'in sıradan ha/ifleri başka deyişle antla şmah-
ları olamazlardı. Haliflerin bazıları Mekke'de önemli kişilerdi; söz-
gelişi, Hz. Muhammed'in bir kere, himaye için ba şvurduğu el-Ahnes
b. Şefik. Bilâ neseb 300 ifadesi, gerçekse, yalnızca "yoksul atalardan
gelen" anlamına gelebilir. Kendilerinin ilk defa Kurey ş'e (L) kar şı
koyma olgusu, onların Mekke yöresinden bir zay ıf sözde-kabile top-
157 luluğu olduklarını doğruluyor gözüküyor.
3. İbn ed-Duğunne'nin hareketleri, kendisinin Mekke'de özel
bir mevki sahibi olduğunu gösterebilir, fakat onun önemi, kendisinin
aslında 'Kureyş'e karşı koymaya hazır olmadığı için, kolaylıkla abar-
tılmış olabilir. D ve H alıntılarında el-1.1uleys Kureyş ile, ona denk
ilişkide bulunan bağımsız bir baş olarak hareket etmektedir. Böyle
bir davranış, eğer Ahâbiş'in Kurey ş'le münasebeti, sözgeli şi Benu
Bekr b. Abd Menat' ınkini andırıyorsa yeteri kadar aç ıklık kazana-
bilir.
4. Mekkelilerin belki de sayısız siyah köleleri vardı, bunlar da
savaşlara katılmışlardı. Bazıları efendilerinin yan ında dövüşmüşe
benziyor; fakat C al ıntısı, Uhud'da, Ahâbiş'den farkl ı olmakla be-
raber, ayrı bir müfreze olarak bulunduklar ını ima etmektedir. Köleler
belki de Mekke'de yaşıyorlardı. Ahâbiş ise, anlaşıhyor ki Mekke'den
iki günlük bir mesafede oturmaktayd ılar (alıntı A).
298 Krş. Lammers, Berceau, 208.
299 Krş. WW. 225, burada Sufyan al-Hudhairnin Ahilbish'ine aç ık bir referans
vardır.
300 Krş. E.
ARAP TANRICILI ĞI VE YAHUDI" HIRISTİYAN ETKILERI 167
158 EKl3İLGI B
]62 EKBİLGİ C
IJANIFLER
dı. Bu kişiler hakkında Agânrcle ve başka yerlerde daha fazla bilgi var 311 .
Böylece, bütün bunlar, daha sonraki uydurmalara atfedilince veya
yanlış anlamlar ortadan kald ırılınca, geriye bir miktar varsay ılmış
olgu kalmaktad ır; fakat bu, olayların farazi olarak yeniden kurulu şu-
nu sağlayacak bir karakterde de ğildir.Bu dört ki şi arasında bir sözlü
anlaşma olduğundan emin olamayız. Olsaydı, dini olduğu kadar
siyasi bir görünümü olaca ğı hemen hemen kesindi; bu durumda da,
muhtemel olarak Hz. Osman' ın Mekke'de güç kazanma giri şimiyle
belki de bağlantılı olmayacaktı. Fakat onlar yalnızca biribirine para-
lel çizgiler takip ediyor olabilirlerdi. Belki de, onlar daha ziyade dini
faktöre ilgilenmi ş olsalar da hiç biri, ça ğdaş sıkıntılara götüren dini
olmayan faktörlerden gafil de ğildir.
Böylece, sır, lıanif adı verilen ki şileri kuşatırken, onlar hakkında
bildiğimiz, Hz. Muhammed'in büyüdüğü çevreye Tektanrıcılığın ya-
yılış ve Araplar aras ında en aydın kişileri cezbedi ş şekline onları ek
bir örnek yapmaya yeterlidir. Bu cazibeye cevap veren kimseler, yal-
nızca banif denilen ki şiler değildi. Kendisini ilk takip edenler arasın-
da Osman b. Maz'un gibi birkaç ki şi, en azından, Medine'den Ebu
164 ‘A.mir `Abd Amr b. Sayfa vard ı ki, şiddetli bir muhalif oldu. Hz. Mu-
hammed'in hayatını ara ştıranlar için Ila« adı verilenler, çevrede
mevcut olan Tektanr ıcılığın başlıca delili olması bakımından önemli-
dir.
165 EKBİLGİ D
TEZEKKA_ VS.
lerin31. 5 tercih ettikleri bir ba şka muhtemel yorum da, 'Onlar ın mal-
larından kendilerini temizleyecek bir sadaka al; sen de onunla onlar ı
temize çıkaracaksın (paklayacaks ın)' şeklindedir. Her bir yorumda,
iki düşünce de biribiriyle bağlantılıdır. Tefsirler ayetin vahyedilmesine
nüzül sebebi olarak gösterdikleri şeylerde yanılmış olabilirler, fakat
şüphesiz onlar, onun geçerli Arap dü şünceleriyle bağdaştırıldığını ileri
sürmekte haklıdırlar. Bu kimseler, kendilerini temizlemeyi gerektirecek
bir şey yaptıklarını düşünmemişlerdi; armmay ı isteyenler kendileriy-
di. Tuzekki kelimesinin kendisine gelince, o, ikinci bölüme daha ya-
kındır.
Bu inceleme gösteriyor ki Mekke döneminde -üçüncü bölüm-
zekâ kökü özel dini kulla mmlarda do ğruluk ve ahlak yüceli ği anlam-
larma gelmekteydi. Taberi'nin 316 kendisinden nakilde bulundu ğu mü-
fessir İbn Zeyd tezekki'nin İslam ile aynı anlamda olduğunu söyleye-
cek kadar ileri gitmi ştir. Tezekki ile ilgili bir ahlaki temizlik fikri
-zorunlu olarak olmasa da- mevcut olmu ş olabilir, fakat din ya da
dini merasimle ilgili temizlik fikri ve de sadaka vermekle aç ık bir iliş-
ki yoktur. Medine döneminde, bununla birlikte, bilhassa ikinci bölüm-
de ve 9 / 104'te, zekkâ özellikle sadaka yoluyla arınmaya işaret ediyor
ve (bir dereceye kadar) dini merasimle ilgili temizlikle ba ğlantılı gö-
züküyor. Niçin böyle bir de ğişiklik oldu? Bu sorunla zekatın sadaka
verme anlamındaki kullanılışı arasında bağlantı kurulabilir. Bu muh-
temel olarak sadaka vermek de ğil de temizlik anlamına gelen Aramca
168 zaköt'dan türetilmi ştir ve bir anlamdan öbürüne geçi ş ister. Arabis-
tan'da yerle şmiş Yahudilerin i şi, isterse ilk defa Hz. Muhammed ta-
rafından yapılmış olsun, geçi ş sebebi aynı derecede güç bir sorun-
dur317. Doğruluk, dini merasim ve sadaka aras ındaki bağlantı nedir?
Her nekadar tezekkâ'n ın görünürde, esas itibarıyla sadaka ver-
mekle hiç bir ilgisi yok ise de, Kur'ân' ın ilk ayetlerinde cömertlik fazi-
leti göze çarpmaktadır; tabii bu da sadaka vermeyi içine almaktad ır.
169 Gene, sonraki nazariyeye göre, hukuki zekjt'da ödenen şey her
zaman kendisinden zekt alınan malın bir kı smı olacak ve paranın
karşılığı olmayacaktı320. Ödeme, fiili olarak da yap ılmalıdır; gönüllü
sadakalar hakkında bir kaç hadis sadakalar ını kabul edecek kimse
bulunmayan ki şilerin büyük talihsizliklerinden bahsetmektedir 321 .
Bundan ba şka zekdt olarak verilen nesne önceki sahibince sat ın alı-
170 EK BİLGİ E
Mekkeli Müslümanlar ve Putatapanlar ın Listesi
h = 1.1a/li; antlaşmalı.
h / Temim = Temim kabilesinden bir antla şmalı.
M'nin kabilesi Yaş E AA AB R I H B
ESED
Müslümanlar
ez-Zubeyr b. el-Avvam b. Huveylid Haşim 27-8 E 5 x 7 63 32
—Hâtib b. Ebi Baltda h. 35 .. .. .. .. .. 33
—Sacd m (Habib'in) .. .. .. .. 34
lı
Putatapıcılar
0.■0.0.
Zem`a b. el-Esved b. el-Muttalib .. .. .. .. ..
el-Haris b. Zeıda .. .. .. .. ..
Ukayl b. el-Esved (veya Akil) .. .. .. ..
Ebu'l-Bahteri (el `As)b. Hi şam
0.0.0.0.0.
b. el-Haris .. .. ..
Nevfel b. Huveylid .. .. .. .. ..
es-Sâ'ib b. Ebi Hubey ş .. .. .. .. .. ..
el-Huveyris b. Abbâd .. .. .. .. ..
Abdullah b. Humeyd .. .. .. ..
Hakim b. Bizâm b. Huveylid .. .. .. .. .. ..
+2 antlaşmalı +1 tâbi
NEVFEL
Müslümanlar
Utbe b. Gazvan h. 40 .. 14 6 68 30
—Habbâb m (Utbe'nin) 31 .. .. .. .. 61 31
Putatapıcılar
0.0.(0.e"-•
el-Hâris b. Amir b. Nevfel .. .. .. .. ..
Tdayme b. Adi b. Nevfel .. .. .. .. .. ..
Adi b. el-Hıyar b. Adi b. N. .. ..
el-Mut<ım b. Adi b. Nevfel .. .. .. ..
+2 antlaşmalı +1 tâbi
`ABD $EMS
Müslümanlar
Osman b Affân b. Abi'l-As Abd Şems 39 / 46 E 1 x 1 69 13
M'nin kabilesi Yaş E AA AB R H B
a - lıarıimIa xa
—Midlâc b. Amr h / Suleym
—Sakf b. Amr h / Suleym .. .. .. .. 19 28
Halid b. Said b. el-As Kinane .. 36 .. 5 Sh .. ..
Amr b. Said Mahzum .. .. .. 3 Sh . ..
—Ebu Ahmed b. Cahş h / Huzeyme Haşim .. 23 .. IS ..
—Abdurrahman b. Rukay ş h / Huzeyme .. .. .. .. .. .. ..
—Amr b. Mihsan h / Huzeyme .. .. .. .. 15 ..
—Kays b. Abdillah h / Huzeyme .. .. .. 10 X 15 ?
—Safvân b. Amr h / Suleym .. .. .. .. 18 ..
Ebu Musa el-Eş`ki h. . .. 13 ?Sh .. ..
—Mdaykıb b. Ebi Fatıma h. .. .. .. 12 ?Sh ..
—Subayh m (Ebu Uhayha'n ın) .. .. .. .. .. .. 16?
—ez-Zubeyr b. Ubeyde .. .. .. .. .. 21 ..
—Tamınâm b. Ubeyde .. .. .. .. 22 ..
—Muhammed b. Abdillah b. Cah ş .. .. .. .. .. 24 ..
Putatapıcılar
Hanzala b. Ebi Sufyan b. Harb b. Umeyye . . .. ..
P. P. P. P. P.ı
Ubeyde b. Said b. el-As b. Umeyye .. .. .. .. ..
el-As b. Said b. el-As b. Umeyye .. .. .. .. ..
Ukbe b. Ebi Muayt b. Ebi Amr b. Umeyye .. .. .. .. . ..
Utbe b. Rabia b. Abd Şems .. .. .. .. .. ..
Şeybe b. Rabia b. Abd Şems .. .. .. .. .. ..
el-Velid b. Utbe b. Rabia .. .. ..
flı
Amr b. Ebi Sufyan b. Harb b. Umeyye .. .. .. .. .. ..
M'nin kabilesi Yaş E AA AB R H B
el-Haris b. Ebi Vecze b. Ebi Amr .. .. .. .. .. ..
Ebu'l-As b. er-Rabi' b. Abd el-Uzza .. .. .. ..
Ebu'l-As b. Nevfel b. Abd Şems .. .. .. .. ..
+8 antlaşmalı +4 tabi
Ebu Sufyan b. Harb .. .. .. .. ..
MAHZUM
Müslümanlar
Ebu Seleme b. Abd el-Esed b. Hilal Haşim 2 8 * 14 1 50
el-Arkam b. Abd Menaf b. Esed Huza'a 26–
. 34 3 .. .. 52
şemmas b. Osman b. eş-şerid Abd Şems .. 35. 16. 51
—Ammar b. Yâsir h (Ebu Huzeyfenin) 56? 4. 4 .. 90 19 .. 53
—Mdattib b. Avf h / Huzaa 21 .. 41 20 .. 54
Ayyaş b. Ebi Rabi'a b. el-Mugıre Temim .. 18 40 18 ..
Seleme b. Hişam b. el-Mugıre Rabia .. .. .. 39 17 ..
el-Velid b. el-Velid b. el-Mug ıre Becile .. . .. ..
Haşim b. Ebi Huzeyfe b. el-Mugıre Mahzum
Habbar b. Sufyan b. Abd el-Esed b. Hilal Amir .. .. 36 X .. ..
Abdullah b. Sufyan b. Abd el-Esed Amir .. .. 37 X ..
+2 antlaşmalı
Putatap ıcılar
Ebu Cehl (Amr) b. Hi şam b. el-Mugıre Temim .. .. .. .. .. ..
P ın4.cw 4 44 4 4a.,4 4
el-As b. Hi şam b. el-Mugıre .. .. .. ..
Hayid b. Hişam b. el-Mugıre .. .. ..
P. P. P. P. P. A., O. P. P. PL,
Mes'ud b. Ebi Umeyye b. el-Mug ıre .. .. .. .•
Ebu Kays b. el-Velid b. el-Mugıre .. .. .. .. ..
Ebu Kays b. el-Fakih b. el-Mug ıre .. . ..
Huzeyfe b. Ebi Huzeyfe b. el-Mug ıre .. .. .. .. .. ..
Hişam b. Ebi Huzeyfe b. el-Mugıre .. .. .. ..
Umeyye b. Ebi Huzeyfe b. el-Mugıre .. ..
Osman b. Abdillah b. el-Mugıre .. .. .. ..
Rifa'a b. Ebi Rifa'a b. Aiz b. Abdillah .. .. .. .. ..
el-Munzir b. Ebi Rabi'a b. Aiz b. Abdillah ..
Abdullah b. el-Munzir b. Ebi Rifa'a b. Aiz
b. Abdillah .. .. .. ,.
P« P.P.
.•
444
Zuheyr b. Ebi Rifa'a b. Aiz b. Abdillah .. .. .. .. .. ..
es-Saib b: Ebi Rifa'a b. Aiz b. Abdillah .. .. .. ..
Ebu'l-Munzir b. Ebi Rifda b. Abld (?= Aiz)
b. Abdillah
A.
• •• •• •• •• ••
1.4
CO
a NauarımIa NR
Kays b. es-Sâ'ib ? .. .. .. ..
+8 antlaşmalı Bedr'de
Abdullah b. Ebi Rabia b. el-Mug ıra .. .. .. ..
el-Haris b. Hi şam b. el-Mugıra .. .. .. ..
Hişam b. el-velid b. el-Mugıra .. .. .. .. .. ..
Zuheyr b. Ebi Umeyye b. el-Mug ıra .. .. .. .. .. ..
el-Velid b. el-Mugıra .. .. ..
SEHM
-
Müslümanlar
Sehm 20 20 57
Putatapıcılar
Munebbih b. el-Haccâc b. Âmir .. .. .. .. .. ..
Nubeyh b. el-Haccac b. Amir .. .. .. .. .. ..
el-`As b. Munebbih b. el-Haccac b. Âınir .. .. .. ..
Ebu'l-As b. Kays b. Adi b. Suayd .. .. .. ..
CUMAH
Müslümanlar
Osman b. Maz'un b. Habib b. Vehb Cumah 4 10 * 21 .. 60
Abdullah b. Maz`un b. Habib b. Vehb Cumah 30. 6 .. 44 24 72
Kudame b. Maz`un b. Habib b. Vehb Cumah 32 5 .. 43 23 ... 71
es-Sâ'ib b. Osman b. Maz`un Suleym (M.si
Abd Şems) 19-27 31 .. 42 22 .. 70
Ma<mer b. el-Haris b. Ma'mer b. Habib Cumah .. 30 .. .. .. 73
Hâtib b. el-Haris b. Ma<mer b. Habib Cumah ?d. 26 .. 45. d. .. ..
Hattab b. el-Haris b. Ma`mer b. Habib Cumah ?d. 28 .. 49 d. .. ..
Muhammed b. Hâtib .. .. .. 57 (Sh) ..
el-Haris b. Hâtib .. .. .. 48 (Sh) .. ..
Umeyr b. Vehb b. Halef b. Vehb Sehm .. .. ..
Sufyan b. Ma'mer b. Habib b. Vehb Yemen .. .. .. 51 X ..
Câbir b. Sufyan
Cunâde b. Sufyan .. .. X
Nubeyh b. Osman b. Rabi'a .. .. .. ?56 Sh .. ..
Putatapıcılar
P-1tıı t24
Umeyye b. Halef b. Vehb .. .. .. .. .. ..
Ali b. Umeyye b. Halef b. Vehb .. .. .. .. ..
Amr b. Ubeyy b. Halef b. Vehb .. .. .. .. .. ..
M'nin kabilesi Yaş E AA AB R H B
a.
a.,
Rabi'a b. Derrac b. el-Anber .. .. .. ..
+5 antlaşmalı ve c.
Ubeyy b. Halef b. Vehb .. .. .. .. ..
I
I-
a -Naxaliyı a Na
`ABD ED-DAR
Müslümanlar
Amir 37+ .. 6 x
G° x c" x-Ş,E2 u)
Muscab b. Umeyr b. Ha şim 65 35
Ebu'r-Rüm b. Umeyr b. Ha şim ?Greek .. .. ?24 .. ..
Suveybit b. Sa'd b. Harmala Huza`a. .. .. 19 59 36
Firâs b. en-Nadr b. el-Haris Temim .. .. ..
Cahm b. Kays el-Muttalib (ev-
lilik yolu ile) .. .. 20 .. ..
Huzeyme b. Cahm b. Kays .. .. ..
Amr b. Cahm b. Kays .. .. 22 .. ..
+1
Putatapıcılar
en-Nadr b. el-Haris .. .. .. .. .. PK
Abd el-Aziz b. Umeyr b. Ha şim .. .. .. .. PP
+3 antlaşmalı I-2 tabi
`ABD
Müslüman
Tuleyb b. Umeyr Haşim 22 .. .. 18 10 60 88
180 EKBİLGİ F
`Urve'den Rivâyetler
övgü), 731f. 1016; bk. WW, 167. Babas ı hakkında bir bölüm vard ır
(809) ve bazı bölümler de Esed oyma ğının öteki üyelerini ya da onunla
ilişiği olan kişileri içine almaktadır325 . Bu sonuncular aras ında, Hz.
Muhammed tarafından, erken bir zamanda Zubeyr'le 'karde ş' kılı-
181 nan ve vasiyetnamesinde varl ığını ez-Zubeyr ve Abdullah b. ez-Zu-
beyr'e bırakan Abdullah b. sayılmalıdır. Hâris de Esed oyma-
ğı ile ilişkili olarak kabul edilmiş olmalıdı r; çünkü O, bir zamanlar
Hz. Hatice'nin ve belki de onun kuzeni Hakim b. H ızâm'ın kölesi
olmuştu, Hakim b. Hızâm da, bir süre, Urve'nin halas ı Hind bint el-
Avvam ile evli kalmıştı326 . Sebep ne olursa olsun, Urve Zeyd ve o ğlu
Usame'ye ilgi duymaktayd ı327 . et-Taberi, Zeyd'in ilk erkek müslü-
man olduğunu söylemek için, otoritelerden birisi olarak (onun öz
dedesi Ebu Bekr'i de ğil de) `Urve'yi göstermektedir 328.
Bütün bunlar, onun İslam devletinde belli bir siyasi çevreye ba ğlı
olduğuna işaret etmektedir. Hz. Muhammed'in sa ğlığında Ebu Bekr,
Ömer ve Ebu Ubeyde üçlüsünün nufuzu alt ındaki güçlü parti; sonra
Hicri 36'da hem Ali hem de Muaviye'ye kar şı çıkan Ai şe, Talha ve
ez-Zubeyr'in partisi; sonra Hicri 62'den 72'ye kadar Emevilere kar şı
koymada sorumlu olan parti (Bu üç topluluk özde ş değildir, ancak
aralarında bir devamlılık var). Böylece, onun nakletti ği belgeler ara-
sında Hz. Muhammed'e ve Ebu Bekr'e kar şı koymada sorumlu olan
Umeyye oymağını ve diğerlerini kötü bir duruma sokan birtak ım
belgeler bulunursa şaşmamak gerekir; sözgeli şi, Hz. Muhammed'in
Benu Abd Menaf' ın329 kendisine kar şı davranışlarından şikayeti;
muhaliflerin listeleri 33°; Ebu Cehl'in kabal ığı ve sava şmaya istekli
olması331 .
Bununla birlikte, mesele bu kadar basit de ğildir. Eski grupla ş-
malar, dağılmaya yüz tutmu ştu ve şüphesiz Abdulmelik Urve gibi
bir adamı barıştırmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Böylece
İbn Sa'd'dan332 öğrendiğimize göre, Urve'nin e şleri arasında kendi
oymağı Esed'den Ebu'l-Bahteri'nin bir k ız torunu, (Adi'den) Halife
Ömer'in bir kız torunu, Umeyye oyma ğından bir kadın ve Mahzum'
325 Krş. WW, 189, 376.
326 IS, iii. 1.30.27.
327 Krş. IH, 791 vd., 1006; WW, 238, 433 vd 43-,
328 Ann. i. 1167.
329 IH, 277 = Tab. 1199.
330 IH, 271 vd, 436.
331 IH, 428; WW, 51 vd.
332 v. 132 vd.
EK BILGİLER EK - F 191
AA, R ve H'dekiler 8
AA, R ve aynı zamanda H'de olmayanlar . . . 4
AB, R ve aynı zamanda H'de olanlar 4 (biri şüpheli)
AB, R'de olup H'de olmayanlar 14
Bu kanıt zayıf da olsa, AA'nın ileri sürüldüğü üzere, iki hicret
yapanların bir listesi olduğu varsayımı (daha iyisi istenmekle birlikte)
belki de daha geçerlidir. Öyleyse, onun Medine'ye hicret edenlerin
çok eksik bir listesine, H kadar tamam olmasa da, onunla hiç de özde ş
olmayan bir listeye dayand ırılmış olduğu ileri sürülebilir. şu var ki
Müslümanların dediği gibi, Allah en iyisini bilir.
Göçedenlerin Dönü şü
olarak anmaktad ır; fakat İbn Sa`d339 Haccc'ın ikinci Habe şistan
göçünde bulunduğunu söylemekte ve el-Haris'i anmamaktad ır. İbn
Hacer34°, İbn İshak da dahil olmak üzere, birkaç otoritenin onun
Habeşistan'a gitti ğinden bahsetmekte olduklarını zikretmektedir;
gene, bazılarının, Bedr'de esir alımşına değin onun Müslüman olma-
dığını söylediklerine işaret etmektedir. Böylece, İbn Hişam, bu nok-
tada ş üphesiz ki o Bedr'de esir al ınmış olsaydı Habeşistan'a bir
Müslüman olarak gidemezdi şeklinde akıl yürüterek İbn İshak'ın
listesini (AB) zımmen düzeltir gibi gözükmektedir. Fakat bu zo-
runlu olarak imkans ız mıdır? O Hicret'ten sonra bile 'kandırılmış'
olamaz mıydı ? Ve bu varsayım da kaynaklardaki bazı karışıklıklar'
açıklamada yardımcı olmaz mı ? (el-Haris hakkında söylenmi ş hiçbir
şey yoktur ki, el-Haccac hakk ında da söylenmiş olmasın).
Rakkamlar o derece şüpheli ve kanıt öyle sathidir ki üzerinde
çokça durmak pek akıllıca olmaz. Ancak, Habe şistan'a göçeden-
lerin hatta Uhud'da Hz. Muhammed'in yan ında savaşanların bir süre
kendi taraflar ını terketmi ş ve onun muhaliflerinin kamplar ına dön-
müş oldukları ihtimalini bize hatırlatması bakımından önemlidir.
Daha sonraki Müslüman bilginler için bu gibi döneklik hemen hemen
-İbn Hacer'in gösterdi ği üzere tamamiyle olmasa da- dü şünülemez-
di; ve samimi olacak olursak, böyle şeyler var idiyse, belki de bunun
izlerinin birço ğunu kapatmışlardır. Ancak, el-Haccac b. el-Haris es-
Sehmi'nin durumu manal ıdır. Ve Yezid b. Zem`a (Esed) ve es-Sâib
b. el-Haris (Sehm)'in et-Tâif'te bulunduklar ı, fakat daha önceleri
başka bir şeyde bulunmadıklarının söylenmesi gerçeği, onların, Hz.
Muhammed orayı alıncaya kadar Mekke'de Putperestlerle birlikte
o turduklarım gösteren hemen hemen kesin bir i şarettir.
İbn SaM 2, 45, 94, 99, 102, 121, 122, 126, 152, Kudeyd 113
177, 190, 194 Kudüs 12?
İ bn Şihâb bk. ez-Zuhri
, Kunfuz b. `Umeyr 128
İ bn Umm Mektüm (`AbdaMh b. Kays), 99, Kurayza, B. 149
182 Kureys el-Bit113, Kureys ez-Zevklir 12. 14,
İbn Zeyd 77 175 98, 99
İbrahim, Hz. 42, 103, 168, 170, 173 Kureyz 37
ierıze 12 Kusay 12, 14, 20, 36, 101
İfk, badis el- 63 Lahmi 19
lkra' 53, 55, 59 Lammens, Henri 10, 17, 22, 25, 30, 82, 163-
Imün 133 '67
Imru> el-Kays 28
el-L5.t 30, 33, 44, 109-113, 143
grük 10, 21 Livâ 15
Iran, Pers Imparatorlu ğu 10, 18-22, 33, 36,
Lut, Hz. 168
122
b. Meryem 42, 92, 155 Mahrame b. Nevfel 97
İsnüd 49 Malı zilm, B. 12-16, 20-23, 37, 39, 45, 96,
İsrael (İ srail) 156 98-100, 121, 126-130, 142, 146, 158,
İsr a- fil 55 185, 190
iste ğrA 74 MMik, B. (et-Tü'iPden) 147
İtkân 62 Macmer b. `AbdilMh 98, 181
Macmer b. el-1J5xis 101, 187
Justin, Ju6tinian 19
Medine 8, 13, 25, 34, 37, 50, 76, 78, 81, 94, 100,
Ka% (b. Luey, Kureys'den), B. 12, 13 104, 111, 114, 118, 119-122, 123, 136,
Kacb, B., (l_luz`a)dan) 164 139, 146-161, 164, 171, 172-175, 189, 192-
Ka93 b. MMik 164 194
Kacbe 12, 20, 33, 37, 70, 75, 111-113, 143 meentın 135
Kader 191 meftıhir 134
Kühin 135 mele' 15
Kaht5:n. 25 melez- 139
el-Küsim 45 Menft 110-112
el-Küreh, B. 165 Meryem, Hz. 92, 111
Krica. 33 Mesih 152
iscıvm 161 Mescad b. Rabica 97, 180
Kayle, B. = EnsEır el-MestiidI 12
Kaynukk B. 150 b. 'Atm. 98, 180
Kays b. tAbdillah 185, 194 Mistah 97, 179
Kebir 21 el-Misver 13
Kefere, küfir (-in), kufr 74, 134, 176 Mı str 103
Kelb, B. 148 Monofizitlik 19
Kerygxna (tebli ğ) 69, 76-80, 87 Mu%vive 13, 190
Keyd 139-141 muddessir, bk. disâr
Keyflyrit 62 el-Muğire 100
Kinüne 12, 100, 111, 164 MuMeiriin 119, 156, 158, 178, 192, 194
Kinde, B. 148 MulArib, B. 12
Kir5ca 54 Muir, Sir William 4
Kub5. 159 Muleyh 148
Kudiıme b. Maztün 101, 187 M mebbih b. el-Iltıe4e 101, 187
DİZİN 201